Bizi anlayan gelsin
Bir çiçeğe rengini verendir o, bir baharı yaratıp boyayandır o, bir kalbi yaratıp içine aşkı koyandır o. Ruhu tenden soyandır o, her zerrenin aşkını duyandır o.
Elbisemiz lekelendi bata bata dünyaya. Karanlığa gark olup, uzak düştük güneşe, aya. Yolumuz gittikçe uzuyor, bu hâl kalbimizi bozuyor. Anlayanımız yalnız kalıyor, kalbimiz masivaya daldıkça dalıyor. Dünya bu, süsüyle bizi bizden alıyor. Gönlünü aşk ile doldurmayan, benzini çilelerde soldurmayan, nefsini döve döve öldürmeyen uzak olsun bizden! Biliriz, gayrısı bize tuzak olsun!
Diyelim ve kenara çekilelim. Bizi ancak âşık olanlar anlar, diyordu. Evet, terk etmeli diyorum, terk! Yeni ve temiz bir lisan bulmalı. Kelimeleri dünyayı anlatmamış, kirlenmemiş bir lisan. Her vakit evrâdımız olsun aşk, kalbimize dolsun aşk.
Ruhum ırmaklarda yıkanır da akar. Bir duanın kanatlarına selam takar. Ah, bu hâl yaktıkça yakar. Ruhum dünyadan soğuyor, uzak düştükçe aşktan, her hâl beni boğuyor.
Söyleye söyleye çıktı yola, vurdu kendini dağa taşa. Âşıktır bu, aldırmaz ki gözündeki yaşa. Yıkılsa bile gönlü, onu imar edecek yoktur Hak’tan başka hâşâ!
Pişmandır, aldanarak daldıkça dalan. Anladı ki fâni olan yalandır, yalan! Ömür geçti gitti, başladı feverân.
Şimdi, geceler uykudan uzaktır. Ah, bilirim güzelliğin bana en büyük tuzaktır. Dövünürüm, dilimden dökülen ahtır, vâhtır, eyvâhtır.
“Gönlüme hîç senden özge nesne lâyık görmedim/ Sûretim aklım ukûlüm cism ü cânım merhabâ” diye seslenen aşk ehlinin dilini bilmek gerek.
Şeyh Gâlip, “Her renge boyan da reng verme/Mir’ât-ı musaffâya jeng verme” yani tertemiz aynayı sakın kirletme, diyordu. Gönül bu, öyle berrak ki ne düşse hemen belli oluyor, uçuşan toz bulutları bile yoruyor. Ancak aşkın sonsuz güzelliğiyle temiz kalıyor.
“Ey melek sûretli dil-ber cân fedâdır yoluna/Çün dedin lahmike lahmi kana kanım merhabâ” diyordu canını fedâ eden âşık. Yoluna canımızı fedâ etmedikçe, sevgilinin varlığında yok olup, kanı kanımız olmadıkça âşık sayılır mıyız?
Fuzûlî ise daha derin bir ıstırabı tercih ediyordu: “Ya Râb belâ-yı aşk ile kıl aşinâ beni /Bir dem belâyı aşktan etme cûda beni ” Aşk belasıyla tanış olmak ve bir an olsun ondan yani o beladan ayrı kalmamak…
Şimdi, tekrar seslenmek gerek. Yeri göğü dolduran, ol deyince olduranın aşkına. Affetse diyorum, hâlimiz döndü şaşkına. Zaten hayrete düşmeyenden de etmeli şüphe. Hayret ki açılır perdeler, kanıp dünyaya aldananlar nerdeler? Gelir âşıklar sâf sâf, bekler sonsuz insâf.
Merhamet galip gelir. Ateş denizinden geçmek ve kanatlarınızı yakmadan uçmak kolay mıdır? Bizi anlayan gelsin. Derdimize çare olan dert, payan gelsin.
Her gönül yükünü çeker durur, bir âhû gelir ansızın vurur. Âşıkça söyleyiş gök kubbede asılı durur:
“Gâh safâ buldu gönül âyinesi gâhi keder/Böyledir hâl-i cihân, böyle gelmiş böyle gider” derken Kâtibî,
Enderûnlu Vâsıf da “Mihneti kendine zevk itmedir âlemde hüner/Gam ü şâdî-i felek böyle gelir böyle gider” diyerek bu dünya çilesinin özünü beyan eder.
Eşrefoğlu Rûmî ile birdir dilimiz, aşk ülkesinde çile ile dokunan kilimiz.
“Dervişler Hakk’ın dostu/Canları ezel mesti/ Aşk şem’ini yaktılar/ Pervâne olan gelsin.
Bu Eşrefoğlu Rûmî/Dervişliğe geleli/ Nefsindendir çektiği/Nefsin öldüren gelsin”
Bizi anlayan gelsin!