Bize Özgü Bir Hastalık!
Yazının başlığına bakıp da insan bedenine musallat olmuş tıbbi bir hastalıktan bahsettiğimi düşünmeyin. Bahsedeceğim hastalık; davranışsal, sosyal ve toplumsal bir hastalık. Yalnız bahsedeceğim hastalıkla, tedavisi hastanede görülen hastalıklar arasında benzer noktalar yok değil. İnsan bedenini saran kötü huylu bir hastalık nasıl ki insanın hayatını tehdit ediyorsa, şimdi bahsedeceğim hastalık da hem insanı, hem kurumları, hem toplumu hasta ediyor, çürütüyor!
Merak ettiniz değil mi? Evet biliyorum, merak ediyorsunuz. Size şöyle bir ipucu vereyim: Bu bahsedeceğim hastalık öyle bir hastalık ki; aile babasından öğretmene, esnaftan kaymakama, milletvekilinden bakana, velhasıl elinde yetki ve imkân bulunduran ama elindeki yetki ve imkânları “çözüm” ve “tedaviye” hasredemeyen insan tipolojisinin hastalığı!
Hadi size bir ipucu daha vereyim: Hani bazen deriz ya “Sen icraat makamısın, şikâyet makamı değilsin; şikâyet etme, gereğini yap!” Sanırım mevzuyu artık anlamışsınızdır. Anladınız değil mi? Anladınız, anladınız… Bazen ben de, siz de, öbürü de, diğeri de bu hastalığın gösterdiği semptomları gösterebiliyoruz! Nasıl mı? İzah edeyim. Adam belediye başkanı şehrindeki imar kirliliğinden yakınıyor, adam kaymakam, beldedeki asayiş sorunundan dem vuruyor, adam genel müdür şirkette işlerin yolunda gitmediğinden, şirketin kâr elde edemediğinden yakınıyor, adam aile babası çocuklarının sözünü dinlemediğinden yakınıyor, adam ekonominin patronu, işsizlikten, enflasyondan, yüksek faizden yakınıyor, adam okul müdürü, öğretmenlerinin zamanında derslere girmediğinden şikâyetçi, adam başhekim, hastane çalışanlarının disiplinsizliğinden şikâyetçi!
Sanırım şimdi ne demek istediğimi anladınız! Sorunun kaynağını hep başka yerde görme, sorunlardan kendisini soyutlama, kendisi dışındaki her şeyden şikâyet etme hastalığı! Peki bunu kim yapıyor? Sorundan etkilenen geniş halk kitleleri değil, çözüm makamında olan yetki ve sorumluluk sahipleri! İşin feci tarafı da bu ya zaten! Peki sorunları kim çözecek? Galiba Patagonya’dan süper yetkili, üstün donanımlı kurtarıcılar gelip sorunları çözecek!
Siyasetçi, elinde yetki olduğu halde bazı sorunlar hakkında vatandaşa dert yanıyor! Bürokrat elinde imkan ve yetki olduğu halde birimindeki problemlerden dert yanıyor! Aile babası emri altındakileri şikâyet ediyor, onlardan dert yanıyor! Adam patron, sermayesini teslim ettiği CEO’dan, Genel Müdürden dert yanıyor! Peki bütün bu şikayetleri kim çözecek? Sorunun cevabı yok? Neden, çünkü sistem böyle kurulmuş. Sorun üreten ama üretilen sorunlar karşısında kimsenin sorumlu sayılamayacağı ve herkesin bir şekilde tereyağından kıl çeker gibi sıyrılıp kaçacağı bir sistem! Ya da anlayış! Adını ne koyarsanız koyun. Adam belediye başkanı oluyor, yönettiği şehir üzerinde o kadar çok yetkili organın vesayeti var ki bir sorunu çözmeye kalktığında anında onun altında kalıyor! Adam ekonominin patronu ama yüksek faizden şikâyet ediyor, ama hiçbir şey yapamıyor! Ne acı! Çünkü sorunu çözecek mekanizma aslında tam yetkili değil ya da sorunun kaynağında duranlar hesap verebilir konumda değiller! Çünkü hesap verme konumunda olması gerekenler zaten sistemi ayakta tutanlar! Sistemi, ayakta tutanlar hesap verirlerse sistem çöker, koskoca bir kaosu kucağınızda bulursunuz! Mesela faizci düzeni besleyen ve ayakta tutan kim? O her kimse ya da o kimseler ya da kurumlar hangileriyse zaten sistemin sahibi onlar, yani evin sahibi onlar! Evin sahibine “hadi kalk evini yak” demek ne kadar abesse, sorunun çözümünü de orada aramak bir o kadar abes.
Evet sorumluluk ve yetki sahibi olup da sürekli sorunlardan şikayet edeni hiç kimse sevmez. Sizden çözüm beklerler. Çünkü sorunun çözümünü sizde görürler. Eğer yetkili olduğunuz halde gerçekten sorunun çözümü sizde değilse, bu durumu insanlara anlatmak zorundasınız! Patronsun, işçine söz geçiremiyorsun; babasın, evladına söz geçiremiyorsun; lidersin, yönettiğin sisteme söz geçiremiyorsun! Bu travmatik durumdan nasıl kurtulacağız! Böyle giderse bu hastalık bireyi de aileyi de kurumları da, devleti de, ülkeyi de çürütecek! Öyleyse bir yerden başlamak gerekiyor. İrade ve azim gerekiyor. Belki de biraz risk almak gerekiyor! Risk almadan kazanç olmaz. Risk almadan çözüme ulaşılmaz. Dünya tarihi aynı zamanda yüklendiği risklerle büyüyen ve adını tarihe yazdıran büyük adamların tarihidir. Herkesin her şeyden şikâyet ettiği bir düzende geleceği kuracak bir irade ortaya çıkmaz. Öyleyse kartopu yumağı gibi günden güne büyüyen sorunların çözümü için önce kendi çöplüğünün muktediri, patronu olan adamlara ihtiyacımız var! Herkesin bir ya da birkaç adamın iki dudağı arasından çıkacak söze baktığı bir sistem ancak şikâyet üretir.