Biz Kravat takmayız
En mükemmel
karışım biçim ile özün uyumudur. Ancak ikisinden birini ille de tercih etmek
zorunda kalsam özün tarafını tutarım. Çünkü biçimi zayıf da olsa öz ne yapar
eder, uygun bir koza örer, kendini garantiye alır, yoluna bir şekilde devam
eder. Biçim güçlü öz zayıfsa, biçimin ağırlığına dayanamayan öz ya bulunduğu
yere kilitlenir veya o tazyikle yolunu yordamını şaşırır. Gerisinde en azından
bir ruh taşıdığı için kaba öz, içi boşaltılmış biçimden daha sempatik görünür
bana.
Doğallığın
yapaylığa baskın ve daha yaygın olduğu geçmiş dönemlerde öz ile biçim
arasındaki mesafe kısa olduğundan biçim özün temsilcisi olarak işlev görüyordu.
Ruhun biçimi olarak söz, duyguların biçimi olarak hissediş, eyleyişin biçimi
olarak davranış çok daha samimiydi. Kurulan her cümle ilhamını mutlaka zihnin
derinlerinden alıyordu ve bağlayıcıydı. Hissedişin üstü çıkarla daha az temas
ettiği için tutkular da nefretler de aşikardı. Dosta dostça, düşmana düşmanca
yaklaştıran bir biçim-içerik uyumu söz konusuydu. Kötülük henüz iyilik
elbisesini giymeyi akletmemiş, iyilik kuyruğunu kısıp kenara çekilmemişti. Özün
gücünün kabuğu incelttiği dönemlerdi, kabuğun gücünün özü gizlemeye yetmediği
dönemler...
Hayatımızdaki
diğer pek çok şey gibi öz ile biçim arasındaki ilişkinin travmaya dönüşünün
tarihi de modernleşmeyle başlıyor. Bu yönüyle Tanzimat bir öz-biçim arayışı,
hatta karşıtlığıdır. Batılılaşmayı Avrupa’nın temel metinlerini çevirmekten,
düşüncenin gerisindeki felsefeyi kavramaktan ibaret görenler ile kılık
kıyafetini, zevkini, modasını, güncel yaşamını değiştirmekten anlayanlar
şeklinde iki farklı bakış açısı vardır bu dönemde. Birincilere göre değişim
özden başlamalı, yüzeye yayılmalıdır, ikincilere göre biçim değişirse zaten öz
de kendiliğinden buna ayak uydurur. Felatun
Bey ve Rakım Efendi, Araba Sevdası,
Sergüzeşt, hatta belki İntibah bu yanlış Batılılaşmanın
biçimsellikle kurduğu ilişkiyi hem doğrudan yaşama özgü göstergelerle hem de
imajlar dünyasıyla bize ulaştırırlar. Bunlara göre kaporta motor üretmenin
şartıdır, kaportaya bakarak motor üretebiliriz.
Biçimin öze
kurban verildiği süreçler Cumhuriyet devrinde de devam etti. 1848’de sağlam bir
içerik tahkimi için başlatılan Terceme Odası faaliyetlerini kaldığı yerden
devam ettirmek yerine kılık kıyafete yönelik düzenlemeler acil bir şekilde
hayata geçirildi. Biçim o kadar abartıldı ki şapka devriminden önce yayınlanmış
bir kitap, ibreti alem için, devrimden sonra yazılmış gibi gösterilerek mahkum
edildi. Biçim hayranlığının içerik körlüğüne yol açtığı icraatlar sonraki
süreçlerde de devam etti. Aslında Tanzimat’tan başlayarak bütün bir Türkiye
tarihi anlamakta zorluk çekişin, eksik veya yanlış anlamanın tarihidir. Yüzeye
ayarlanmış göz daha ona çarpar çarpmaz büyülenip dağıldığı için derindeki
yolculuğunu sürdüremiyor.
İçeriği biçimin
sunağına yerleştirmek elbette üretim yerine tüketim arzusunu kışkırtmakla
ilgilidir. Düşünmezsiniz, düşünülmüşü seçerseniz. Üretmezsiniz, üretilmişi
seçersiniz. Kaportayla uğraşırsanız, motor yapamazsınız. Formül ezberlemekle
yetinirseniz formül geliştiremezsiniz. Varolan sistemler arasından birini seçer
ama siz de ona bir yenisini eklemeyi düşünemezsiniz. Biçime odaklanmış akıl,
yüzeylerde gezindiği için asla ve asla derinlere inemez, derinlere inilmeyen hiçbir
yolculuk size bulunduğunuz yerin topografyasını vermez. Çok kısa eşikler bir
tarafa bırakılırsa Türkiye’nin çektiği bütün resimler yüzey görüntülerden
ibarettir ve o yüzden de hayatın topografyasını sunmaktan uzaktır.
Dün biçimle
uğraşıyorduk ve kültüre, medeniyete, sanata ait yüzey resimleri çekiyorduk.
Bugün de öyle. Dün kılık kıyafete, saça
başa, şapkaya, kravata, papyona kafayı takıyorduk. Bugün de öyle. Bizde biçim
fetişizmi var ve bunu aşamıyoruz. Yakınlarda, birkaç gün öncesinde Milli Eğitim
Bakanı ile alt düzey bir bürokrat arasında yaşanan diyalog içimdeki umutsuzluğu
bir kat daha artırdı. Bakan, muhatabına “senin kravatın nerede?” diye soruyor. Ondan
“Biz kravat takmayız” cevabını alınca da “Kravat takmayanı biz hiç takmayız.
Şimdi çık dışarı” diyor. İşte Türkiye’nin Batılılaşma konusundaki makus
talihinin özeti budur. Bu cümleler 1800’lü yılların son çeyreğinde, Tanzimat
metinlerinden alınmış değildir, 2022 Türkiye’sinde, hayatın bağrından
alıntılanmıştır. Bir tarafta “biz kravat takmayız”cılar, öteki tarafta “kravat
takmayanı takmayız”cılar... Kravat taksan ne olur takmasan ne olur? Hırvatça
giyinmek ile Türkçe giyinmek arasındaki fark öz tahkim edildikten sonra ne
kadar derin olabilir ki? Buruşuk kravat, düzgün boğazlı kazaktan daha mı şıktır
ki? Gerisinde yuva olmadıktan sonra en güzel renklerle donanmış bir duvar neyi
ifade eder? Biri anlatırsa sevinirim. Kamusal alanda şapka giyme zorunluluğu ile başörtüsünü çıkarma zorunluluğu ve kravat takma zorunluluğu arasında ne fark var? Biz gömlek,
boğazlı kazak medeniyeti mi, kravat medeniyeti miyiz? Biçimin büyüsüne kapılan
cümlelerim bile medeniyeti kılık kıyafetle izaha yöneldi, bakınız. Oysa belki
de tartışılması gereken Milli Eğitim Müfredatı olmalıydı? Yeni neslin karakter
inşası için hangi eğitim modelleri münasiptir, vs.? Yazık bize…
Fes taktığı veya
takmadığı için insan-insan değil kategorisine tabi tutulan şizofrenik bir
tarihimiz var. Şapka kanununa muhalefetten ölüm cezası alan, hapse atılan
insanların olduğu tuhaf bir geçmişin çocuklarıyız. Sakal uzunluğundaki
milimetrik hesaba göre işlem gören, bıyığındaki kıl sayısına, bıyık-dudak
korelasyonuna göre insanların güpegündüz şehir ortasında öldürüldüğü mazimiz
çok uzakta değil. Başörtüsüyle kamusal alana girilmez, girilir denerek
entelektüel enerjinin onlarca yıl soğurulduğu bir yakın geçmişten bugünlere
geldik. Varılan noktada önümüzde milli eğitime dair devasa sorunlar dururken,
meselenin en üst perdeden bile “kravat takmayanları takmayız”vari biçim diyaloguna
indirgenmesi bir arpa boyu yol almadığımızı gösteriyor. Fes, şapka, sakal,
bıyık, başörtüsü ve bu son olayla medeniyet tarihimizin kravat aşamasını geçtik
bence. Bundan sonraki otuz yıl papyon tartışalım. Biz kravat takmayız sayın
bakan ama kravat takanı da takmayanı da takarız. Biz dışa değil içe bakarız
sayın bakan. Ölçümüz kravat takan-takmayan değil, işini yapan ile yapmayandır. İşini
yapanı tutar, yapmayana kapıyı gösteririz. Dün başörtüsüydü, bugün kravat,
yarın belki papyon. Bu Tanzimat zihniyetinden bir an önce çıkmamız gerekiyor.