Biyopolitika: 'Hayat'ın yeni yazılımı
Biyopolitika, insan biyolojisi ile siyaset
arasındaki etkileşimleri inceleyen bir bilim dalı olarak insan biyolojisi ve
bedenin siyaset üzerindeki etkileri kadar politikanın insan bedeni üzerindeki
etki ve kontrolünü ele almaktadır.
Burada
“biyo” kavramı organik bir yaşamı ifade ederken, politika da bütün
içerimleriyle siyaset alanını tanımlamaktadır. Esasen hayat anlamına gelen
yunanca bios kelimesi biyopolitikanın bugünkü içeriklendirme biçimindeki
merkezi ögeye atıfta bulunmaktadır. Bugün biyopolitikayı anlamlı kılan nokta,
hayatın yeni bir yazılım, strateji, inceleme ve politika konusu olmasıdır.
Bilhassa tıbbi ve biyolojik alandaki birtakım gelişmelerle birlikte insan
hayatının uzatılması, ölümün yok edilmesi, yeni hayat stratejileri
biyopolitikanın aktüel ilgi alanları haline gelmiştir.
Meselenin daha iyi anlaşılması açısından
birkaç görüşe işaret edelim. Birincisi, Michel Foucault biyopolitikayı özelde
iktidar ve beden arasındaki ilişki üzerinden okurken, iktidarın bedenleri
disipline etmesi, bunun üzerinden bilgi ve hayat üretmesi sorununa odaklanır.
Foucault’nun bu okuma biçimi biyopolitikanın kapsamına giren tüm sorunlar için
sınırlı kalmakla birlikte, özellikle farklı iktidar biçimlerinin bedenleri
disipline etme stratejilerinin içeriğine başarıyla değinmektedir.
İkincisi, Agamben ise “çıplak hayat”
kavramsallaştırması üzerinden hukukilik kazanmamış bedenleri ve bu bedenler
üzerinde siyasetin tasarruflarını sorunsallaştırmaktadır. O egemen iktidarın
ortaya koyduğu etkinliğin biyosiyasal bir beden yaratmak olduğunu
belirtmektedir.
Bugün biyopolitikanın geldiği nokta, tıp ve
biyolojideki gelişmelerle birlikte bedenleri disipline etmekten öteye geçmiş ve
hayatı yeni bir varoluş biçimi olarak bir yazılımın, stratejinin ve perspektifin konusu kılmaya
başlamıştır. Bu yazılım ve strateji de iktidarın temel yönsemeleri çerçevesinde
belirginlik kazanarak biyopolitikanın mikro konularına yönelimler
kazandırmıştır.
İktidarın bugün için neyi tanımladığını da ayrıca
belirginleştirmek gerekir. Özellikle küreselleşme ile birlikte biyopolitikada
etkin olan iktidarın küresel sermaye bağlamında küresel aktörler olduğunu
belirtmek gerekir. Çok yakın zamanda daha net görüleceği üzere artık devlet
düzeyindeki tikel iktidarlar küresel ölçekte merkezden belirlenen hayat
stratejilerini uygulamak durumunda kalmışlardır.
Burada biyopolitikaya hayatiyet kazandıran
önemli birkaç noktaya değinmeliyiz. Birincisi, Modernitenin erken zamanlarından
itibaren biyolojinin kazandığı önem. Bitkilerden başlayarak insana doğru bir
seyir izleyen genetik çalışmalarına dikkat çekilmelidir. Bunun sonucunda hayat
artık klasik anlamının ötesinde yeniden kurgulanan ve yazılan bir strateji
olarak “kontrol edilebilirlik” kazandı. İçinde bulunduğumuz yeni dönemde
biyolojinin yeniden önem kazanıyor olmasını da dikkatle takip etmek gerekir.
İkincisi, sosyobiyoloji gibi yeni bilim dalıyla, daha önce evrimi endoktrine
etme çabaları yeniden hız kazandı.
Üçüncüsü, özellikle 19. Ve 20. Yüzyıllarda
antropolojinin “öteki”leri tanımlamakla başlayan serüveni, ırk çalışmaları ve
nihayetinden biyoloji ve tıptaki gelişmelerle birlikte “öjenik” fikirlerin
yayılmasına hatta uygulanmasına kadar vardı.
Dördüncüsü, Aryan ırkı fikrinden Batı dışı
toplumların irrasyonel karakterine kadar teoriler doğrusu, modern dönemde
üretilen yararlılık, verimlilik, işe yararlık vb. kavramlar üzerinden hayat
stratejilerinin belirlenmesine doğru evrilmiştir. Foucault’nun “disiplin”
kavramı üzerinden belirttiği şey, modern dönemde kapitalizmin değişen döngüsüne
ayak uydurmak üzere hastanelerin, okulların, tımarhanelerin vb. yeni bir
strateji ile devreye girmesidir.
Bugün kimi beyanatlar dünya nüfusunun fazla olduğunu söylemekten geri durmuyorlar. Bunu Malthus’tan başlayarak nüfus ve gıda arasındaki ilişkiyi gündeme getirerek yapıyorlar. Ancak günün sonunda, kimin yaşayacağına karar vermek gibi tanrısal bir işe kalkışılıyor.