Bitsin artık bu zulüm
(2)
O da yasak, bu da yasak!.. Say, say
bitmiyor... Bu tuhaf yasaklara “pes
artık” mı diyelim, tebessüm mü edelim, bilemedik!..
Hele 1934 yılında Türkiye’nin
batılılaşma dayatması ve yasaklarla sınandığı olayları konu edinen yönetmen
Sinan Çetin’in 2008 tarihli “Mutlu Ol!
Bu Bir Emirdir” adlı 5 dakika 6 saniyelik trajikomik kısa filmini
izleyiverin, durumun vahametini o zaman daha iyi idrak edeceksiniz.
“O
yıllarda T.C. Hükümeti radyolarda Türk müziğinin çalınmasını yasakladı. Amaç
batı müziğinin yaygınlaşmasını sağlamaktı. Genç Cumhuriyet alaturka yerine
alafrangayı yani batı kültürünü topluma yerleştirmek istiyor” jenerik
yazısı ile başlayan “Mutlu Ol! Bu Bir
Emirdir” filmi, “İnsanların
müziğine, kültürüne, yaşam tarzına yasaklar koyan siyasi otorite, hayatın
karşısında daima tuhaf duruma düşmüştür” yazısı ile sona eriyor. Çetin, bu
iki jenerik yazısı arasına öyle kareler yerleştirmiş ki, insanın gülerken
ağlayası geliyor!..
Bağlama eşliğinde türkü söylemek
yasak; Mozart ve Beethoven’ın eserlerini seslendirmek serbest!.. Aman ha, fikri
teyakkuza geçip de fazla tırı vırı yapmayın!.. Yasak!..
*
FETHİN SEMBOLÜ AYASOFYA’DA İBADET YASAKLANDI
19 Kasım 1935’te çıkarılan bir yasayla
camilerin kapatılması, müzeye, depoya, ahıra, meyhaneye dönüştürülme süreci
başlatıldı. 1926-1950 arasında 513 cami, çoğunun üzerinde cami olan 327 arsa,
bin 70 mescit satıldı. Bunlarla birlikte, kilise, manastır, türbe, mezarlık,
imaret, darüşşifa ve benzeri çok sayıda tarihi eserin satışı yapıldı. Toplamda
3 bin 411 adet hayrat vakıf taşınmazının satışı gerçekleştirildi. Özellikle
1939-1951 yılları arasında Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait İslâm mâbedleri;
satıldı, yıkıldı, kiraya verildi, depo yapıldı, saz ve içki evine çevrildi,
müzeye dönüştürüldü. Bunlardan birisi de müzeye çevrilerek, burada ibadet
edilmesi, namaz kılınması yasaklanan fethin sembolü Ayasofya Camii’dir.
Sürekli Vakıflar Tarihi Eserlere ve
Çevreye Hizmet Derneği Başkanı İsmail
Kandemir Ayasofya’nın camiden müzeye dönüştürülmesine dair 24 Kasım 1934
tarihli Bakanlar Kurulu kararının iptali istemiyle Danıştay 10. Dairesi’nde dava açtı. 10 Temmuz Cuma günü bâtılı
hüsrana, dünya Müslümanlarını sevince boğan karar açıklandı. Ayasofya’yı müzeye
çeviren 24 Kasım 1934 tarih ve 7/1589 sayılı Bakanlar Kurulu kararını Danıştay
10. Dairesi oy birliğiyle tarihin tozlu raflarına kaldırıp, İslâm’ın şiarı,
fethin sembolü kâdim mâbedin boynundaki müze yaftasını çıkarttı.
Danıştay’ın kararı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzaladığı
kararname ile 86 yıllık hayal, gerçek oldu. Müslümanların 86 yıldır hayal
ettiği, özlemle beklediği Ayasofya’yı ibadete açmak, esaret zincirlerini söküp
atmak, “Zincirler Kırılsın, Ayasofya
Açılsın” talebini her fırsatta dillendiren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan’a nasip oldu.
Bu kararla sadece Ayasofya açılmadı; “Zulüm 1453’te başladı” suflesiyle
Bizans’ı filizlendirmeye çalışan güruhun hoyrat hayalleri ilelebed yerle yeksan
edildi. Bir kez daha Hakkın bâtıla galebe çaldığı dünya âleme gösterildi.
Ayasofya bizimdi, yeniden bizim oldu.
24 Temmuz 2020 Cuma günü, yüzbinlerce
Müslüman, koronavirüs salgınına rağmen fevc fevc Ayasofya-i (İlâhî Hikmet)
Kebîr Câmii Şerîfi’ne akın etti. Tam 86 yıl sonra Ayasofya’ya parayla değil,
abdestle girildi. Müminler topluluğu 86 yıl sonra zincirleri kırılan
Ayasofya’da Cuma namazı kıldı. Sadece Türkiye değil, dünya Müslümanları bu
kâdim mâbede kavuşmanın sevinciyle şükür gözyaşı döküp, esaret altında inim
inim inleyen mazlumlar için dua etti.
*
KİRLİ ELLERİNİZİ ÜZERİMİZDEN ÇEKİN!..
Laik, batıcı ve seküler yaşamın
yaygınlaştırılması ve Türkiye Müslüman halkına aşılanabilmesi için resmi kurum
ve kuruluşlarda yürürlüğe konan yasaklardan birisi de “başörtüsü yasağı” idi.
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
öğrencisi Hatice Babacan, 1967
yılında başı örtülü olarak derse girmeye başladı. Şubat 1968’de senato
kararıyla okuldan atıldı. Devlet memurları ve lise öğrencileri için uygulanan
başörtüsü yasağı, 1960’lı yıllarda Hatice Babacan olayı ile üniversitelerde “başörtüsü sorunu”na dönüşmeye başladı.
Jakoben anlayışın ürünü olarak ortaya
çıkan ve bir türlü vuzûha kavuşturulamayan başörtüsü meselesi, Türkiye’nin
kırılma dönemleri olan 1980’de de, 28 Şubat sürecinde de kaşınarak toplumu
kutuplaştırma aracı olarak kullanıldı, kullanılmaya devam ediyor...
Nedir bu yasaklardan çektiğimiz
yahu?!..
Ana muhalefet partisi CHP’nin Genel
Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu geçtiğimiz aylarda kendi ideolojilerinin ürünü
başörtüsü yasağını tekrar gündeme getirmesiyle yine, yeniden eskiye dönüldü.
Yaklaşık yarım asırdır siyasilerin temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp gündeme
sokuşturduğu “başörtüsü yasağı” yine
“memleket meselesi” olarak
tartışmaya açıldı.
Oysa halkın böyle bir derdi yok. Fakat
ne yaparsınız ki, bazıları bundan oy devşirmek için kabuk bağlamış yarayı
kaşıyor da kaşıyor.
“Başörtüsü”
ve “aile birliği” ile ilgili Anayasa
teklifi, Meclis’te imzaya açıldı. Düzenleme, geçtiğimiz hafta AK Parti, MHP,
BBP ve bağımsız milletvekili Fatih
Mehmet Şeker’in ortak 336 imzasıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunuldu.
Değişiklik gerçekleşirse 24’ncü maddede başörtüsünün temel bir hak olduğuna
açıklık getirilirken, 41’nci maddede yapılacak değişiklikle de “aile birliği”nin kadın ve erkekten
oluştuğu ifadesi net bir şekilde ifade edilecek. Meselenin Meclis’te
halledilmesi için en az 400 milletvekilinin desteği şart.
Bakalım Meclis, başörtüsü meselesini “Anayasa” ile mi, yoksa referanduma
götürerek mi çözecek?.. Çözülürse ne âlâ, çözülmezse yaklaşan seçim sathında
yine liderler en çok “yasak”larla
imtihanı olacak. Bu millet ferasetiyle, yanlışta ısrar edenlere sandıkta
dersini verecektir. Hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
*
Tam da “başörtüsü” ve “ailenin
korunması ve çocuk hakları” ile ilgili Anayasa tekliflerinin Meclis’e
getirildiği günlerin arefesinde “çocuk
istismarı”nın patlak vermesi çok mânidar.
Şayet değişiklik teklifleri kabul
edilirse, aile yapısını ifsad eden İstanbul Sözleşmesi ve LGBTİ+ (lezbiyen,
gey, biseksüel, trans ve interseks) gibi sapkınlıkta sınır tanımayan güruhların
önü kesilecek. Bunu engellemek için, hem de seçime sayılı günler kala tıpkı 28
Şubat sürecinde olduğu gibi “çocuk
istismarı” haberleri birer birer piyasaya sürülüyor.
Toplumu ve dahi çocukları istismar
edenlere de, bunlara seyirci kalanlara da lânet olsun.
*
BEBEK KATİLLERİ İSTİKLÂLİMİZE KASTETTİ!..
13 Kasım’da Suriye uyruklu terörist
Ahlam Albashır’ın (23) Beyoğlu’nun İstiklâl Caddesi’nde, istiklâl ve
istikbalimize kast etmek maksadıyla bomba patlatması sonucu aralarında
çocukların da bulunduğu 6 kişi can vermiş, 81 insan da yaralanmıştı.
72 milletin 7/24 kendini güvende
hissederek, özgürce yürüdüğü İstiklâl Caddesi’nde İstanbul Valiliği’nin
güvenlik, huzur ve asayişin korunması, mevcut yaya trafiği akışının
hızlandırılması amacıyla yayımladığı 24 Kasım 2022 tarih ve 2022/1 sayılı “Genel Emri”yle; herhangi bir amaçla
cadde üzerindeki işletmeler tarafından caddeye masa, sandalye, pano, seyyar
tabela vb. konulması, stant kurulması, sergi açılması, seyyar satış yapılması
ve satış tezgâhı konulması, sosyal, kültürel veya ticari etkinlikler
düzenlenmesi, toplu veya bireysel sokak müzisyenliği ve performans gösterileri
yapılması, hanutçuluk faaliyetleri yasaklandı.
Demek ki tehlike daha geçmedi, devam
ediyor!.. İçimize sızan bebek katilleri fırsat kolluyor!.. Bekâ ve özgürlüğün
kıymetini bilmek lâzım...
***
İKİ BÜKLÜM CUMHURİYET VATANDAŞI OLAMAZ!..
Fakat bizim mevzu edeceğimiz bir yasak
var ki, onu en sona bıraktık; Hamal
yasağı!.. “O ne demek yahu?!..”
demeyin, hele biraz anlatacağımız gelişmeleri izleyin, sonra ne demek
istediğimizi gayet iyi anlarsınız!..
Bu noktaya nasıl mı gelinmiş, uzun
uzun anlatıverelim...
Mesele şudur efendim!.. 1936 yılında
bir hamal, sırtındaki ağır yükün etkisiyle hayatını kaybedince, olay “4. Kuvvet Basın”a akseder. Bu olay
üzerine gündem belirlenir: Hamallık
behemehâl, derhal yasaklanmalı!.. Cumhuriyet, Akşam ve Ulus gibi etkin
gazeteler hamallığın kaldırılması için yayım üzerine yayım yapar. O dönemin
cevval kalemlerinden Asım Us ve Falih Rıfkı Atay veryansın eder.
İnsan hakları savunuculuğunda sınır
tanımayan Falih Rıfkı Atay, Ulus gazetesinde kaleme aldığı yazıda, “İstanbul’da
yük altında bir hamal daha ölmüştür... Bir insan sırtında veya birbirine
sırıkla bağlı bir kaç insanın omuzları üstünde deve çökertecek, beygir
inletecek ve dingil kıracak ağırlıkta yük!.. Körük sesi veren göğüsler,
fırlamış damarlar, kanlı bakışlar!… Daha kısasını söyleyeyim: İki büklüm Cumhuriyet vatandaşı olamaz!.
Sırt ve sırık hamallarının ıstırabını seyretmeye daha uzun müddet tahammül
etmek istemiyoruz!..” ifadeleriyle ateşi körükler.
Eee bunu gören Asım Us boş durur mu?.. Kaleme
aldığı “Hamal” başlıklı yazıda, “Bir
adam bir silâh ile öldürülürse bunun adı kâtildir. Herkes isyan eder. Halbuki
İstanbul’da hamal denilen binlerce adam yüz, yüz elli kiloluk ağır yükler
altında her gün inleyerek tedricî surette ölüme gidiyorlar. Buna ses çıkaran
yoktur. Sırt hamallığı hiç olmazsa mâkul şekle konmalı. Meselâ elli kilodan
fazla bir adama yüklenemez diye. Hamallığın bütün bütün kalkması yolların
yapılmasına bırakılmalıdır...” diyerek yetkili mercilere ayar verir.
Cumhuriyet gazetesi de, “Sırt
hamallığı, hamallık eden vatan çocuklarının sıhhati itibarıyla da muzırdır...
Araba ve hayvanların çıkamadığı yokuşları, ağır yüklerin altında ezilmiş, boyun
damarları fırlamış ve kan ter içinde kalmış zavallı hamalların çıkışların,
tahammül ve hatta seyredilebilecek insani bir manzara mıdır?..” haberiyle
isyanı zirveye taşır.
SIRT VE SIRIK HAMALLIĞI YASAKLANDI
“Yahu
etmeyin, tutmayın!.. Bu işten evine ekmek götüren on binlerce insan var. Çoluk
çocuk taş mı yiyecek!..” diye feryat edilse de ok yaydan çıkmıştır artık!..
Hele bir yazar, muharrir ve sermuharrirlerin kelâm ve kalemine düşmeye görün!..
Vakâ öyle bir ajite edilir ki, meselenin vuzûha ermemesi mümkün değil!..
Nitekim öyle de olur.
Tabii her dönem “Dördüncü Kuvvet” olan basının bu veryansınları sonucu Gazi Mustafa
Kemal Paşa’nın emri, Dâhiliye Vekaleti’nin 4
Nisan 1936 tarih ve 117/50 numaralı tamimiyle Sırt ve Sırık Hamallığı
yasaklanır. Ankara Belediyesi, gazetelere ilan vererek, söz konusu hükümet
emrine uymayanlar için 1 Kasım 1936 tarihinden itibaren ceza yaptırımı
uygulamaya başlar. Ve nihayet 5 Kasım 1936’dan sonra Ankara’da sırt
hamallığının ve buna bağlı olarak gündeme gelen uzun sırıklarla su, yoğurt ve
sefertası ile yemek taşımacılığına (sırıkların yoldan geçenleri rahatsız etmesi
gerekçe gösterilerek) son verilir. Arkasından da 1937 yılında İstanbul
Belediyesi, şehir içinde eşekle nakliyat
yapılmasını yasaklar.
Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın getirdiği “Sırt Hamallığı” yasağı, 1950’den sonra
iktidara gelen Demokrat Parti tarafından tekrar serbest bırakılır.
Devam edeceğiz...