Dolar (USD)
34.07
Euro (EUR)
37.77
Gram Altın
2797.68
BIST 100
9774.49
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

19 May 2019

Bitmedi hâlâ…

İnsana bakışımızdan hadiseleri yorumlayışımıza kadar ne çok şey değişiyor hayatımızda… Hiç farkında olmadan –değişen mevsimler gibi- dönüşüyoruz azar azar… Daha az seviniyor, daha az güveniyor, daha az bekliyor, daha az üzülüyor, daha az tahammül ediyor, daha çok yoruluyoruz. Sorsalar, bütün o nazik ve cılız direnişine rağmen içimizde değişmeyen, hep ilk hissiyatımızdaki etkiyle durabilen pek az şey kaldı. Bunlardan biri de Rabbimizin insanlığa ikramı olan rahmet ve mağfiret ayı…

Çok yazıp söylediğimiz mevzuları tükettiğimiz doğrudur. Bu sebeple bilmem ki kaç defalar kaleme aldığım “Ramazan ayı” konusunda bu kez sükûtu konuşturacak, sözü biriktirmeye yeniden başlamak amacıyla içsel bir yolculuğa çıkacaktım. Bitirdiğimi düşünmüştüm çünkü ona dair söylenebilecek her şeyi… Sonra uzletten, sabırdan, rahmetten, oruçtan, rıza ve şükür hâlinden mürekkepti Ramazan… Kelimeler kalp dergâhını olur olmaz tekmelemeye başlayınca anlıyor yanıldığını insan. İçinde bulunduğumuz mucizevî ay, öyle bereketli bir tılsım ki, iftarı beklerken, sahura hazırlanırken, yorulurken, susarken, dua edip semaya bakarken, kelimeleri yıldız yapıp yağdırıyor gönlümüzün göklerinden… Yetişemediğimizi duyumsuyoruz onları tutmaya bu defa…

Ramazan sadece paylaşmak, çoğalmak, paylaşarak çoğalmak, ibadet ve tefekkürde hız kazanmak değil. Kuşa, ağaca, güneşe, toprağa hülasa cümle yaratılana tebessüm etmek aynı zamanda… Ruha ihsan, misafire ikram, çocukluğumuzla kucaklaştığımız müstesna zaman, çeyizlik örtüsü gençliğimizin; sandıklardan çıkarılan…

Kendi çocukluğumuzu, çocuklarımızın çocukluklarında yeşertme çabası… Kalbimizde bırakmanın haksızlık olacağı o hasret günlerine dönüş; birlik hâlâ, hâlâ beraberlik, aynı vakti aynı ahit üzre beklemenin adı hâlâ, hâlâ ezana karışan seslerin şen kalabalığı…

Geçtiğimiz gün, kıymetli bir gönül insanı iftar davetlerinin neden azaldığını sormuş sayfasında… Bir türlü kabul etmek istemediğim fakat altındaki yorumlara göz atınca ikrara mecbur kaldığım bu toplumsal yozlaşma karşısında dehşete düştüm. Hiçbir şeyin yokluğunu çekmediğimiz böylesi bir zamanda, ikram edenin ihsanla karşılanacağı böylesi bir ayda, akraba ve yoksula kapılarımızı açmamak, onları müze hâline soktuğumuz evlerimizde ağırlayamamak gönüllerimizin artık yağmurdan nasip alamadığını ve çölleştiğini göstermez mi? “Eski Ramazanlar” ı bir âh’ın yanına katarak dilde ve gönülde bırakmak, üzerine hasret ekleyerek bir kayıp hüviyetine sokmak, çağın üşengeç, vefasız ve hodgam ruhuyla hemhal olmak, sadece dinî değil, geleneksel anlamda da Türk milletinin mayasıyla çatışmak olmaz mı? Gönlümüze o yüce aşkın ışıltısını damlatarak dolan böylesi bir zaman, müşfik yorgunluklarımızla, tatlı telaşlarımızla, heyecanlı hâllerimizle anlam kazanmaz mı?

Bitmedi hâlâ… Hâlâ çocukluğumuzla kucaklaşan büyülü iklimi yakalama talihine sahip olabiliriz. Kuranla, namazla, oruçla süslediğimiz bu latif atmosferin bereketini paylaşarak artırabiliriz. Bir yaprak dökümü gibi aramızdan ayrılsa da eski Ramazanların uzak anılarında kalan büyüklerimizin ruhlarını şâd edebiliriz. Bugünü hâlâ, yarının güzel hatıraları yapabiliriz.

Ramazan yolculuğumuz, sevgili yorgunluğumuz olsun… Biraz daha fedâ, biraz daha sevda, biraz daha yâd, biraz daha vefa…

İçimizin kapalı kapılarını göğe açma vakti. Rahman’a, öze, maziye seyahat ederek yönelme vakti gerçekliğimize. Şurada bir mana biriksin, orada bir vuslat.

Şiirimiz, duamız, yer soframız, ılık bir rüzgâra karışan haberci ezanlarımız…

Merhameti sıcak bağrından öğrendiğim elleri rahmetli babaannemin… “Unutarak su içmek orucu bozmaz.” diye çınlayan samimi ama uzak ve yorgun sesi…