Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.77
Gram Altın
2967.57
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
11 Eylül 2019

Bitirememek

Başladığı işi bitirememek; toplumların karakteristik yapısı mı, sonradan ortaya çıkıp zamanla içselleştirdikleri bir husus mu, kültür ve medeniyetlerinin doğal uzantısı mı, eğitimin en alt süreçlerinden başlayarak zamanla kozasını örüp kadere dönüştürdükleri bir refleks mi? Bunu bilmiyoruz ama bildiğimiz bir mesele var ki içinde yaşadığımız toplum bir hayli zamandır başladığını bitirememe konusunda oldukça yetenekli…

Geçen hafta, birer gün arayla üç farklı kategorideki milli takımlarımız başlayıp bitirememenin sözüm ona en keskin, en belirgin örneklerini ortaya koydular. Birbirleriyle sözleşmiş gibi, rekabetlerini en üst aşamaya taşıyıp orada pes ettiler. Her biri de maçlarını sonuna vardıracakmış hissiyle oynadı, mücadele etti ama son aşamada anlaşılmaz bir şekilde pes etti.

Basketbol milli takımı, ömrü hayatında ilk kez, bu alanda dünyanın en büyük takımı olan ABD’yi yenmeyle burun buruna geldi, kader onlara rağmen onları buna zorladı ama bu tarihi başarıyı ellerinin tersiyle itti basketçilerimiz. Normalde yüz kez bile denense dört atıştan en az ikisinin gireceği serbest atışların hiçbiri potadan içeri girmedi. Sadece tek farkla geridesiniz, bitime dokuz saniye kala kullanılan dört serbest atışınız var, top tekrar sizde başlayacak, yine de sahadan yenik ayrılacaksınız! Bu, olsa olsa, kendisini yenilmeye zorlayan, yenilecek olanın kazanacağı bir karşılaşma esnasında, bir takımın hem de yenilme konusundaki olasılıklarının tamamımın gerçekleşmesiyle mümkün ve böyle oluyor.

Gelelim kadınlar voleybol takımının final maçına. Haklarını yemeyelim, oraya gelene kadar çatır çatır oynadılar, bileklerinin hakkıyla geldiler finale. Amma velakin oraya kadar gümbür gümbür getirdikleri maçı kaşla göz arasında kaybettiler. Tarih tekerrür etti, ekranları başındaki milyonlarca insan dejavu yaşadı. Üçüncü sette, final setinde, büyük bir gayretle arka arkaya üç sayı aldılar, öne geçtiler. Seriyi devam ettirip bir üç sayı daha alsalar Avrupa şampiyonu olacaklar. Bir şey oldu, arka arkaya altı sayı verip kaybettiler.

Futbol milli takımı onlardan farksız mı? Bir önceki Avrupa şampiyonu Fransa’yı göstere göstere, evire çevire Konya’da 2-0 yenmesinin ardından dünya klasmanında 136. Sırada bulan Andorra’yı nasılsa üç beş farkla yener derken az daha yenileceklerdi. Son saniyelerde gelen gol, ümitlerini bir sonraki maça taşıdı taşımasına ya bugün oynanacak Moldova maçını kazansalar bile iş son kerteye geldiğinde Fransa’ya karşı tutunamayacaklarını önceki misallerden anlıyoruz. Yıllardır biriktirdiğimiz pratikler ve edindiğimiz tecrübeler bize orada da son aşamaya gelebileceğimizi, olası bir Fransa finalinde hezimete uğrayacağımızı söylüyor. Kalbi durasıya koşup son metrede yere yıkılan atletizmciler gibiyiz… Büyük hayaller kuruyor, peşinden gidiyor, tam gerçekleşeceği zaman, öncelikle biz o hayali kendimize yakıştıramıyor, nasıl olur deyip kenara çekiliyoruz. Kendimizi son vuruşa ayarlayamadığımız bir tarafa, benim bu maçı kazanmamam gerekir diye neredeyse kendi kalemize gol atmanın yollarını arıyoruz. Hayallerimize en büyük rakip kendi gerçekliğimiz sanki... Son aşamada elimiz ayağımız birbirine dolanıyor, aklımız bocalıyor ve geri çekiliyoruz. Biz başlayıp devam ettirmeye inanıyor, sonunu getirmeye inanmıyoruz.

Üstelik sadece sporda değil, sanatta, edebiyatta, kültürde, eğitimde, siyasette de böyle. Sonuna getirdiğimiz, neticelendirdiğimiz neredeyse hiçbir şey yok. Memlekette kim bilir başladığını bitiremeyen, en azından başladığı gibi bitiremeyen ne kadar romancı, hikayeci var? Yarım kalmış ne kadar senaryo projesi, başlanıp bitirilememiş nice bestesi var bu ülkenin? Kültürü bile tuhaf biçimde turizmle birleştirip kültür işlerinin başına bir turizmci getirmedik mi? Doğru düzgün ortaya konmuş ve sonuçlanıdırılmış hangi kültür projemiz var? Başlanmış, devam etmiş ve sonuçlandırılmış, gelecek vizyonu taşıyan bir medeniyet projesi ortaya koyduk mu?.. Çok değil, bundan üç beş yıl öncesine kadar, Arap baharı siyasetimiz ve sosyolojimiz için yüreği yerinden oynatacak devasa bir projeydi, bakın ne hale geldik? Her gelen milli eğitim bakanı yeni projelerden bahsediyor, başlıyor, devam ettiriyor, sonunu getiremiyor. Hayatın hangi alanına baksak yarım kalmış tasavvurlar alanı Türkiye, Türkiye’m, güzel ülkem. Başlayıp bitirememenin o münbit toprağında sadece yarım kalmış heveslerin nabzı atıyor, başka değil. Peki neden böyle? Başa dönersek, bunun sebebi ne?

Fert be fert baktığımızda hiç başlamayanlardan değiliz. Memleketin büyük rüyalar gören bir dolu çocuğu var. Beş on yaşlarında sayısız deha nefes alıp veriyor bu ülkede. Sonra araya eğitim giriyor ve hevesle başlayanlar önce yöntem bulamıyor, heveslerini kaybediyor, sonra yolunu şaşırıp bambaşka mecralara kanat açıyor. Kim bilir tohumu kuantum fizikçisi, çiçeği fizik profesörü, meyvesi kamyon şoförü kaç evladı vardır bu ülkenin? Hiç başlamayan değiliz, başlayıp sonunu getiremeyenlerdeniz. Aynı memleketin çocukları Amerika’da ve Avrupa’da, başka bir sistematik içinde harikalar yaratabiliyor. Belki de beyin göçünün sebeplerinden biri bu sistemsizlik, bu kolektif şuura kazınmış yarım bırakma tembelliği, bu inandığından öncelikle kendisi vazgeçme özüdür, kim bilir?.. Hiç başlamayanlardan daha şanslı çocuklarımız, başlayıp bitiremeyenler olarak ama keşke başlayıp bitirenlerden olsalar günün birinde, temennimiz bu.

Hiç başlamayan toplumlardan değiliz, başlayıp neticelendiremeyen toplumlardanız, keşke başladığı gibi bitiren, başladığı hızla sürdüren, başladığı hevesle sonunu getiren toplumlardan olsak. Hayallerimizin altını çalışarak doldurabilsek… Heveslerimiz duygularımıza yapışıp kalmasa, zihnimize kök salsa, bacaklarımıza heves verse. Üzerimizdeki bu ataleti atsak, eylemlerimizi hayallerimizin bacaklarına dönüştürebilsek… Hayal etmeyi oturup düşünmek yerine, kalkıp harekete geçme biçiminde kurgulasak. Daha çocuklukta, hadi şunu yap dendiğinde, tamam yapacağım, biraz sonra yapacağım, yarım saat sonra, sabah, öteki gün, bir sonraki hafta yapacağım yerine, kalksak, başlasak, sürdürsek ve bitirsek. Zihnimizdeki kipleri değiştirsek… Yapacağım değil, önce yapıyorum, sonra yaptım desek, diyebilsek. Belki o zaman, işte belki o zaman, o zamanın basketçileri dünyanın en büyük takımını yakaladığında eline geçen serbest atışları fileye bile dokundurmadan içeriye atar. İşte o zaman belki o zamanın voleybolcuları üç sayılık seriyi altıya çıkarabilir. İşte o zaman, belki o zaman futbol takımımız, bırakın grup finalini Avrupa finalini oynarken bile son saniyelere ayakları titremeden girebilir.

Ama bir kez oldu mu diyeceksiniz? Bir Avrupa şampiyonluğumuz var mı diyeceksiniz Galatasaray’la? Tek çiçekle bahar gelmez, tek ağaçla orman olunmaz, tek başarıyla büyük olunmaz. Hayatın büyüklere bahşettiği yetenek, bir kereye mahsus değil sürekli tekrarlanabilir olandır ve bu da ancak hayallerini alın terleriyle sürükleyenlere verilir Tanrı tarafından. Ki dua edip bekleyenlerin değil dua edip gereğini yapanların yanındadır O. Böyledir, hep böyleydi, böyle olacaktır, başka türlüsünü nasıl düşüneceğiz ki?