Birlikte Yaşamak Hayal mi?
Toplumsal bir varlık olarak insan, tek başına yaşayan bir canlı değildir. İhtiyaçlar ve sınırlı imkanlar, insanoğlunun cemiyet halinde yaşamasını zorunlu kılmaktadır. Dolayısıyla insan, birlikte yaşayan akıl sahibi bir varlıktır.
Birlikte yaşamayı sağlayan en büyük sebeplerinden birisi din ve inançtır. İlâhi kelam, inananları kardeş ilan ederken, Allah’ın ipine sımsıkı sarılmayı emretmektedir. Allah’ın ipi, tevhidin birleştirici ruhunu temsil etmektedir. Tevhidin sosyal hayata yansıması, vahdet ve birlik toplumunu inşa etmesidir.
Birliğin anahtarı, niza ve tefrikadan uzak kalmaktır. Zira parçalanma ve çekişme, bütün gücü zayıflatır. Bünye güçsüzleştiği zaman, içten ve dıştan gelen tehlike ve tehditlere karşı savunmasız kalır. Bunun sonucu ise, ya esarettir ya da yok oluştur.
İnananlar için beden bir krallıktır. Eğer bu krallığın organlarında bir hasar, hastalık ve zayıflama olursa, bütün organlar bundan etkilenir. İnananlar topluluğu da bunun gibidir. Bu vahdet toplumunun yapısı, “kendisi için istediğini başkaları için de istemek” ilkesi üzerine kurulmuştur.
Bir arada yaşamanın formüllerinden birisi de, cemiyet içindekilerin birbirini aşağılama, tahkir ve alay etme gibi hallerden uzak kalmasıdır. Nihayetinde bütün insanların Rabb’i birdir. Babaları birdir. Üstünlük; erdem, fazilet, samimiyet ve takvayla farkındalık yaratır.
Babaları bir olan tüm insanlar, Adem’in çocuklarıdır. Ruh âlemindeki Rahman ile yapılan sözleşme ve akitleşme, bedenin ruhla şereflenmesiyle insanlığın değerlerini ortaya çıkarmıştır. Bu değerlerin başında adalet gelmektedir.
Adalet, bütün hukuk ve kanunların en üst şemsiyesidir. Devletler ve ülkeler, adaletin terazisiyle denge bulur ve uzun ömürlü olurlar. Zulüm ise, bir arada yaşamanın zehridir. İttifak, tevhid ve vahdet, zulmün zehriyle kaybolur. Ancak adil ve erdemli toplum ve devlet, adaletle şeref kazanır. Adalet de, bünyesinde yaşayanlara eşitlik ve kardeşliğin zenginliğini taşır.
Adalet, verilen sözleri ve antlaşmalara bağlı kalmayı talep eder. Ahitler, yani verilen sözler sorumluluk gerektirir. Onun için onları yerine getirmek insanî ve İslâmî bir zorunluluktur. Şu halde dürüst davranıldıkça dürüst karşılık görmek, inancın bir prensibidir.
Dürüstlük, samimiyeti beraberinde getirecektir. Samimiyet, inancın ışığıdır. Ondan uzaklaşıldığında riya ve münafıklık başlar. İnanca zorlama olmadan girilir. Zorlama ve baskı, itikadı bozar, nifaka yol açar. İman; zorlama, baskı ve güçle gerçekleşmez. İman için en büyük teminat iradedir. İrade, imanla kardeştir. Aynı zaman da istenmese de inkarı da tercih edebilir.
İşte birlikte yaşamanın garantisi, irade ve tercih hakkını kullanmaktır. Onun için Hz. Peygamber (s), Yahudi olarak evlendiği ve ‘mü’minlerin annesi’ olan hanımına baskı yaparak İslâm inancını kabul etmeye zorlamamıştır.
Tevhit toplum ve medeniyetini gerçekleştiren Hz. Peygamber (s), inanmayanların yemek ikramlarını kabul etmiş, onlarla Medine Sözleşmesi (Vesikası) gibi antlaşmalar imzalamıştır. Tasdik ettiği, bütün antlaşmalara da sadık ve bağlı kalmıştır. Böylece Medine’de birlikte yaşama gerçekleşmiştir.
Birlik toplumu, sıkıntıları gideren, ayıpları örten ve işleri kolaylaştıran bir beraberliği anlatır. Bu toplumda el, dil ve bel emanetin prensiplerine bağlıdır. Konuşulduğunda doğru söylenir, eyleme geçildiğinde hayır zuhur eder ve meşru nikahlarla hayırlı yuvalar kurulur, salih(a) nesiller yetişir.