Dolar (USD)
34.42
Euro (EUR)
36.27
Gram Altın
2834.30
BIST 100
9389.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Birlikte yaşama azmine düşen gölge

Son yıllarda dizilerin, kamuoyunu nasıl meşgul ettiğini medya organlarındaki haber dağılımdan bile anlamak mümkün. 2000’lerin başından beri, beyaz camın hikâyeci yönünü keşfettik. Öyle ki dizi oyuncuları, “gündemden düşmeyen” eğlence sektörünün kahramanlarını “haber değeri” olarak da çok gerilerde bıraktı.

Bu süreçte her kesim/kısım kendine göre bir yol izledi. 2000’ler, medyanın kendi gücünü bir dayatma mekanizması olarak da hazmettiği ve kutuplaştığı devreyi yansıtıyor. Bu kutuplaşmadan diziler ve diğer aktüel programlar da nasiplendi.

Yüzeysellik dozu yüksek televizyonculuğun kestirmeden algı pompalayan tehlikeli bir yanı gelişmeye başladı. Tek partili dönemde ve çok partili dönemin ardından üst üste darbelerin sıralandığı süreçte kimin nasıl düşüneceği gazete manşetlerine “doğrudan” yazılırken yakın zamanlarda Batı dünyasının alışkın olduğu türden, “dolaylı” bir algı operasyonu başladı.

Görüş ayrılıkları zeminine indirgenen, şirazesi kaymış kültür, sanat ve eğlence içeriklerinin insanımızı, millî-manevi değerleri öteleyerek keskin kutuplaştırmalara ve sonrasında ayrışmalara yönelttiğini, cazip prototipler üzerinden anti millî referanslar sunduğunu artık hep birlikte ve apaçık görüyoruz.

İdeoloji bunalımı yaşanan bir devirde görsel araç, tâbi olduğu “taraf”a dair klişeleri elden geldiğince belli etmeden, ete kemiğe büründürmemeye özen göstererek ve görselliğin cazibesiyle perdeleyerek sunmaya başladı.

En azından basit bir izleyici olarak, 2010’lara kadar olan dizilerde (az izlenen dinî referanslı bir iki kanal ve FETÖ kanallarındaki dinî sömürü hariç) niçin bir ezan sesi duyulmadığını, dizi kahramanlarının niçin hiçbir dinî inancı veya bir inancın gereği olan ibadet gibi bir aktivite içinde olmadığını, geleneksel dinî yaşayışı aktarırken bile içine neden mutlaka cahil bir “Müslüman”ın dâhil edildiğini sorgulayıp durduk ama bu tekeli aşamadık.

Sanki Türkiye’de ülkenin çoğunluğu olan Müslümanlar için hayat hakkı yokmuş, onlar gündelik hayatın bir parçası olamazmış gibi.

Şimdilerde ise televizyondaki seçeneklerin giderek çoğaldığı bir dönemi yaşıyoruz. Sosyal medya dili, herkesin kendi fikrini dayatabileceği yanılgısı yüzünden çoğu kere işe yaramayan öfke ve gerilim söylemiyle beslense de kimsenin “şunu izle, bunu izleme” diyemeyeceğinin gün kadar aşikâr olduğu bir dönemde…

Bu çeşitlilik içinde “birlikte yaşama mecburiyeti”ne daha fazla bigâne kalamayan ekranlardaki İslamsız anlayış, Türkiye’nin azınlığı kabul ettiği Müslüman kesime duyarlılık gösterisi olarak “arıza dindar” aranjmanları için kolları sıvadı. Sonrasında ortaya nereden tutsanız dökülen hakiki İslam ve hakikatli Müslüman’la hiçbir alakası olmayan ve İslam’a yan bakan diziler çıktı. Ömer, Kızıl Goncalar, Kızılcık Şerbeti gibi…

Yani değişen bir şey olmadı. Eski yerli filmlerde âdeta bir celladı andıran, en hafif hâliyle sevimsiz hoca ve dindar kadın tiplemesinin 21. yüzyıla aksetmesiyle sınandığımız bir süreç. Dizilerinin başkahramanlarının çarpık anlatılan İslam kaidelerini yerden yere vurmasıyla özellikle genç nesilleri mesnetsiz yargılara sevk eden, dogmacı bir anlayış.

Bu dizileri birer toplum eleştirisi olarak dikkate alanlarımız olabilir. Elbette toplumda böyle örnekler var. Yalnızca İslam değil, dünya üzerindeki bütün dinler seküler ve materyalist düzenle imtihanda. Fakat bu doğrudan doğruya bütün Müslüman dindarları töhmet altında tutan bir anlayışa dönüştürülüyor. Manevi değerleri en üstte tutarak günümüz sokak alışkanlıklarından yahut seküler sistemden kendini uzak tutmak isteyen dindarlığı yerden yere vurmanın bir şekli olarak karşımıza çıkıyor. Tesettür, ibadetleri azami dikkat, haram işlemekten kaçma ve harama yaklaşmama prensipleri baskıcılığın ve şiddetin müsebbibi olarak gösteriliyor, mütedeyyinler dolaylı ve doğrudan aşağılanıyor.

Hâli hazırda mevcut bulunan toplum yarıklarına canla başla katkı sınan televizyon dizilerinde bu ezberci ve yüksekten bakış devamlı farklı metaforlarla karşımıza çıkmaya devam ediyor.

Hazin olan şu: Mütedeyyin kitle içinde bu dizileri hevesle takip edenler var. Bu zaaf için ne demeli bilemiyorum. Televizyonun sunduğu her türlü “eğlenceliği” bir şekilde tüketen olmak için bunca çabayı anlamakta zorlandığımı itiraf edeyim.

Etrafımıza bir bakalım. Çocuğunu kendi inancıyla barıştıramayan birçok ebeveyn var artık. Bu kopuş bir günde meydana gelmiyor elbette. İnsan, dünya ile yüzleşerek, hemhal olarak büyür ve gelişir. Küçük yaşlarda gördüğü her şeyi arka hafızasına kaydeder. Birçoğu sevimli gelir, çünkü çocuk zihni olumlu yorumlara açıktır. Sonraki yaşlarda hafızanın gerisinde kayıtlı olan her şey çağrışımlarla güncellenir. Sonra kişi sevimli veya sevimsiz şeyleri bu çağrışımlarla konumlandırmaya başlar. Şimdi de “ailece” televizyon izlenen saatleri gasp eden bu ve benzer dizilerle beslenen minik beyinlerin akıbetini bir düşünelim.

Beden, zihin ve kalp. Bu üçünü nasıl beslediğimiz çok önemli. İslam insan fıtratına en uygun yaşayışı emir ve tavsiye eder. Eğer bu yolu seçtiysek fıtrata en uygun şekilde beslenmek ve sorumlu olduğumuz kişileri beslemek boynumuzun borcu.

Mütedeyyin yaşayışta ihlası gözetme ve insan olma çabasına, kötücül içerikli televizyon dizileri gibi netameli ve kirli işler bulaşırsa elbette sonraki nesillere İslam derdini, davasını anlatmak güçleşir.

Televizyonun yaydığı dizi giydirilmiş zehirli anlatılardan ve öğretilerden uzak durmak, hem kendi zihnimiz ve kalbimiz hem de çoluk çocuğumuzun selameti ve akıbeti için elzem.

Yıllar önce vatanseverliği örseleyen başka bir dizi üzerinden neden kültürel diktatörlüğe boykot uygulamayalım ki, diye sormuştum. Bu yazı soruyu yeniden sormama vesile oldu. Mümkün ise imkân vardır.