Birlik olursak parçalayamazlar
I.Dünya Savaşı, imparatorlukların tasfiye edildiği (İngiltere hariç) bir savaştı. II. Dünya Savaşı sonucunda İsrail kuruldu. Bu süreçte Hitler eliyle İbrani asıllı Yahudiler İsrail devletinin kurulması için Filistin'e gönderilirken Hazar Türkleri/Yahudileri de fırınlara gönderildi.
Hitler ile Yahudi örgütleri arasında, Alman Yahudilerinin
Filistin' e göçlerini kolaylaştırmak amacıyla bir anlaşma imzalandığını
tarihçiler söylüyor.
Kısacası I. ve II. Dünya Savaşlarıyla İsrail devletinin
temelleri atılmıştı. Şimdi III. Dünya Savaşı ile büyük İsrail devletini kurmak
niyetindeler.
İsrail devletinin
kurulabilmesi için de Osmanlı Devleti’nin savaşa girip parçalanması
gerekiyordu. 1982 yılında Oded Yinon tarafından kaleme alınan “İsrail için
strateji” adlı çalışmada da Suriye’nin ayrı devletlere bölünmesi planlanıyordu.
Suriye’nin kuzeyinde
ikinci bir İsrail devleti diyebileceğimiz PKK devletinin kurulması da planın
bir parçasıydı.
Servetlerini büyük krizlerden ve büyük savaşlardan temin
eden küresel sistem, II. Dünya Savaşından sonra finans ağını da sistemleştirerek
gücünü arttırdı.
1978 Washington
mutabakatı ile birlikte “piyasalar ne kadar serbest olursa o kadar refah ve
zenginlik” vaatleriyle/bahanesiyle çark dönmeye başladı. Ve finansal
despotizmin temelleri de atılmış oldu.
Bugün küresel ekonominin %40‘dan fazlası 43 bin şirketin
kontrolünde ve bu şirketler de 147 bankacılık ve finans şirketinin tekelinde.
Böyle bir dünyada milletlere
yer yok. Artık sahnede ulus üstü şirketler, finans kuruluşları, siber askerler,
istihbarat yapıları ve ülkelerde konuşlandırılan terör örgütleri başrol
oynuyor.
Düşünün, Irak petrolleri 1958 ihtilaline kadar % 23,75 eşit hisseyle
ABD, İngiltere, Fransa ve Hollanda arasında paylaşıldı. %5 hisse de anlaşmaya
aracılık eden petrol baronu Caloste Gülbekyan'a ayrıldı. Irak'a mı? %0 hisse!
Ve sonra USA Dışişleri Bakanı Kissinger'in “Umarım birbirlerini yok ederler” dediği
İran-Irak Savaşı! Peki, kim kazandı? Tabii ki her iki ülkeye de aynı anda
finansörlük yapan küresel baronlar.
İslam ülkelerini
çözüp, dağıtmak ve kendi dünyalarında hapsetmek isteyen bu güçlerin temel amacı
İslam dünyasında gerçekleşmesi muhtemel bir siyasi, ekonomik ve askeri
birlikteliğin tesis edilmemesidir.
Bu sebeple sürekli halklarda bir bilinç kaymasına ve
bulanıklığına yol açtılar. Aydınlardan da yandaş toplayarak insanların
kafalarının karışmasını sağlıyorlar. Mezhep ayrılığı da cabası!
Bakınız son iki yüz
yıldır finans, teknoloji, istihbarat, askeri, siyaset ve medya gibi birçok
alanda örgütlenen ve güçlenen bir Amerikan emperyalizminin varlığı ile karşı
karşıyayız.
Bugün dünyanın geri kalanının sessiz kalması bu gücün
neredeyse tüm ülkelere sirayet etmesi sebebiyledir.
O yüzden diyorum ki, İsrail’in
topraklarımıza doğru ilerlediği bir şöyle bir zamanda bu topraklarda yaşıyor
olmanın verdiği bilinç ve sorumlulukla buraya ait söyleyebilecek sözlerimiz
olmalıdır.
Sözlerimiz; elbette dini, ırkı, rengi, düşüncesi, mezhebi,
inancı ne olursa olsun vicdan, ahlak ve erdem sahibi herkese olmalıdır. Çünkü
saldırı hepimize dönük…
İçeriden ve dışarıdan kuşatma altında olduğumuzu söylememize
gerek var mı? Her şey gözlerimizin önünde cereyan ediyor.
İçimizdeki şuursuz,
entelektüel melekeleri dumura uğramış sözüm ona aydın ve siyasetçiler, tatlı su
İslamcıları, gevşek, lüpçü muhafazakârlar henüz meselenin ciddiyetini
kavrayamadılar.
Elli yıldır ‘kahrolsun İsrail’ sloganı atmaktan öte bir şey
yapamayan, coca cola boykotunu büyük mücadele kapsamına alan bu tipler mezhepçi
takıntıları yüzünden birliktelik ruhundan uzak görünüyor.
Oysa bizler, özü-gürlüğümüzü, derin irfanımızı, varlığımızı
ve vicdanımızı kimseye esir etmeyeceğimizi cümle âleme yeniden ilan etmeliyiz.
Burası başkalarının değil bizim meskenimizdir.