Birinci yılında Başkanlık Sistemi
Parlamenter sistemin bütün sorunlarını yaşadıktan sonra ülkenin daha iyi yönetilebilmesi için bir yıl önce “Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemi”ne geçtik.
Kriz üreten parlamenter sistemin her ülkede karşılaştığı sorunlar bizde daha ağır bir şekilde görüldü: Erkler ayrışmasındaki en zayıf halkanın yasama ve yürütme olması, 4. Kuvvet olmayı kabul ettiren medyanın yargıdan direktif alması, yargının iktidarları adeta kilitlemesi gibi sorunların baş göstermesi ile parlamenter sistemin yürümeyeceğini anlamak zor değildi. Oluşan vesayet ise işi içinden çıkılamaz hale getirdi.
Türkiye, 2017 referandumu ile önce anayasa değişikliğine gitti ve 14 ay sonra yapılan seçimlerde de fiilen parlamenter sisteme veda ederek adına “Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemi” dediğimiz “Başkanlık Sistemi”ne geçti.
Tam bir yıl önce, 9 Temmuz 2018’de Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın yemin etti ve yeni sistem kabinesi çalışmalarına başladı. Yeni sistem çok tartışıldı, öncesinden başlayan tartışmalar devam ediyor. Sistemin lehinde ve aleyhinde çok şeyler söyleniyor. Bu söylenenler arasında “Erdoğan diktatör olmak istiyor” sloganvari ithamından öte bir sermayesi olmayanları geçersek, sistemle ilgili oldukça değerli fikirler ortaya çıkmıştı.
Başkanlık sisteminde güçlü iktidar ve istikrarın yanı sıra temsiliyet ve hızlı karar alma gibi hayati önemi haiz konulardaki tartışmalar oldukça sığ ve önyargılıdır.
Ancak, mesela “sistemin adını doğru koyamayışımızın sisteme zarar verdiği” yönündeki fikri ileri sürenlerdenim. MHP’nin anlamsız ve dahi gereksiz ısrarı sonucu fiilen Başkanlık olan sisteme Başkanlık diyemeyişimiz sistemin en yüksek verimle çalışmasına manidir. Çünkü vatandaşın algısı ile yürütme ve yasamanın işlevleri örtüşmelidir. Cumhurbaşkanlığı, parlamento, dışarıdan atanan bakanlar vs vatandaş için bu sistemi içselleştirilmeyi zorlaştırıyor. Oysa sistemin adını doğru koyup “Başkanlık” dese idik, vatandaşın algısı da beklentisi de yaklaşım ve kabulleri de bununla uyumlu olacaktı. Bu sebeple bir değişiklikle sistemin “Başkanlık” olarak yenilenmesinde fayda mülahaza ediyoruz.
İkinci husus,
Sistemin başkanlık sistemi olarak adlandırılmasını müteakip “Partili Başkan” düzenlemesi en çok tartışılan konudur. Takdir edilmelidir ki milletimizin kahir ekseriyeti, seçildikten sonra Başkanın bir partinin genel başkanı ya da üyesi olarak kalmasını doğru bulmamaktadır. Bu konu da revize edilmesi gereken başlıklardandır.
Sisteme dair bir diğer eleştiri konusu da “İdari Reform” yani paradigma değişikliğinin kurumlara yansımasının gecikmesidir. Bunun sebebi de sistemin işleyişi ile ilgili mevzuat-norm eksikliğidir. Yasalardaki boşluk ve/ya yetersizlik, buna bağlı olarak bakanlıklardan ilgili kurumlara kadar yaşanan mevzuat sorunları, kısacası sistemin oturması için sistemin boşlukları yapılacak düzenlemelerle ivedilikle doldurulmalıdır.
Başkanlık Sistemi Türkiye için en iyi sistemdir. Geçtiğimiz yıl yaşadıklarımızı parlamenter sistemde yaşamış olsaydık ülkeyi krizlerden kurtaramazdık.
Sisteme dair eleştirilerden sonra eleştirilerden bakanlar da nasibini alıyor. Göreve getirilen bakanların milletin değerlerine hürmette kusur sahibi olmamaları gerekir.
Hemen belirtmeliyim ki iyi kazanan bir iş insanının başarılı bir bakan olacağına dair bir garanti/si yoktur. Hatta, iyi bir iş insanı üstlendiği devlet görevinde uygulamaları ile “firmalarına kazandıran iş insanı” olarak ön plana çıkar ise burada sorunların yaşanması kaçınılmazdır. Bu konuda gereken hassasiyeti göstermeyen bakanların eş ve çocuklarının da milletin mübarek kabul ettiği değerlerine hassasiyet göstermeleri beklenemez. Ramazan ayında peygamberlerin metfun bulunduğu şehirlerde “içkili alem”e tevessül ederek ihtiramı ihlalin zaman ve mekanına duyarsız kalacak olan bakan eşlerinin milletin yüreğinde açtığı ve açacağı yaraların uzun süre kanamaya devam edeceğini de nazar-ı dikkatten kaçırmamak gerek.
Her şeye rağmen,
Başkanlık Sistemi Türkiye için hayırlı ve yararlı olmuştur.