Birinci Emir: Dertlenin
Geçen yazımda Taksim'in Romantik karakterine vurgu yapmış ve bilhassa hükümet ve yeni gençlik üzerinde duracağımı söylemiştim. Gençlik, sürekli olarak kendisinden yönelimleri hakkında şikayet edilen bir toplumsal kategoriyi oluşturur. Her zaman düşünmüşümdür, gençliğe dair şikayetvari söylenen şeyler acaba her dönemdeki rutin bir kuşak çatışmasını mı ifade eder? Yoksa "bizim zamanımızda" diye başlayan cümlelere bakacak olursak gençlikte meydana gelen "değerler" bağlamında bir irtifa kaybına mı tekabül eder? Belki her ikisinin de katkılarından bahsedebiliriz. Özellikle dünyanın değişim hızı düşünüldüğünde, kuşak çatışmasından öte konuşulması gereken sorunlar olduğunu söyleyebiliriz.
Taksim'deki gösteriler üzerinden bu gençlik meselesine yeniden eğilmenin gerekliliği ortadadır. Bugün sekülerinden liberaline, muhafazakarından islamcısına kadar her kesimden insanın gençliğin yeni yönelimleri ve sorunları başlığı altında değerlendirebileceğimiz şikayetleri bulunmaktadır. Özellikle çok kolay yönlendirilebilir bir kitle olarak gençliğin sabiteleri ve ortodoksisi tam da bu noktada büyük önem kazanmaktadır. Ben burada özellikle iki soruna temas etmeye çalışacağım. Birincisi, yeni kuşak gençliğin acaba bir kutsalı var mı? İkincisi de, bununla bağlantılı olarak yüce hedefler uğruna bir adanmışlığı, ideali ve insanlıkla ilgili derdi var mıdır?
Her şeyden önce şunu belirtmeliyiz ki, gündelik hayatımız gittikçe sekülerleşiyor. Bunun anlamı, dinin toplumsal önemi azalıyor ve buna bağlı olarak dünyevi unsurlar ve hazza dayalı bir hayat öne çıkıyor. Artık para, mal, meslek, kariyer, rahat yaşam, konfor hayatın temel anahtar kavramları olmuş durumda. Bizim kuşağımızdaki neslin mahrumiyetleri, bir sonraki nesilde "varlık" sebebiyle dünyaya mahkumiyet biçimine dönüşmüştür. Daha önce kendisi bir çok dünyevi imkandan yoksun olan anne babalar, çocuklarına hiçbir mahrumiyet yaşatmamak üzere yarışa girmişler. Böylece her şeyin daha iyi olacağını varsayıyorlar. Çocuk kendi bilincine varmadan tabletler, I phone'lar ve bir çok maddi imkanları önünde buluyor. Fakat eve misafir geldiğinde "hoş geldiniz" diyecek, evdeki sorumluluklara katılacak bir alt yapı ve kültürden yoksun. Yemek yedikten sonra sofradan çekilip işleri anne babasına havale ediyor, "nimet"in anlamını bilmediği, ekmek ve yemekle ilişkisinden belli oluyor. Ebeveyn telkinleri onlara sürekli iş, meslek ve parayı fısıldıyor.
Hükümet, daha önceki mahrumiyetleri zihninde tutarak, gençlere maddi vaadlerde bulunmaya devam ediyor. Okullarda tablet dağıtıyor mesela. Maddeyi, tatmin vasıtası olarak görüyor. Başbakan, "elinde tas tava değil, bilgisayarla dolaşan gençlik" söylemine sarılıyor. Fakat bu arada gençliğin esas sorununun bilgisayar ya da maddi unsurlar olmadığını unutuyor ya da es geçiyor. Buradaki temel sorun, Başbakan'ın sözleriyle, "bilgisayarlı gençlik" ile "baş belası twitter" arasındaki ilişki ve dengeyi görebilmek. "Knowledge for What" mottosunda olduğu gibi, bilgiyi yönlendirecek bir zihni kuşanmışlığın olmaması, gençliği bir ülke için en etkili negatif silah haline getirir.
1980 sonrası kuşakta gençlik özellikle apolitize edilmeye çalışılmıştır. Yeni dönemin yükselen değeri yapılmaya çalışılan "sev gençlik"in dünyaya ve insanlığa olan ilgisi zayıflatılmıştır. Böylece gençliğin kendisini bedenin istekleri ve hazlara terkederek, dünya ve madde tek derdi olmuştur. Şimdi geleceğe kendisini hazırlayan bir profesyoneller ordusu piyasada cirit atmaktadır. "Allah Rızası" ve "insanlık adına" kaybolan ve "out" haline gelen hedef ve yönelimler olmuşlardır. Aldıkça daha fazlasını isteyen, sahip olduklarına sevinen değil, sürekli alamadıklarına üzülen bir zihin yapısı inşa edilmiştir. Bugün her ailenin temel şikayet konusu budur maalesef.
İşte tam da bu sebeple gençliğin sorunu, kimileri mahrumiyet yaşasa da, onlara daha fazla maddi imkan temin etmek değildir. Gençliğin öncelikle Allah rızası ve insanlık adına dertlenmeye ihtiyacı vardır. İnsanlığın sorunlarını okumaya, açlık, sevgisizlik, adaletsizlik, küresel soygun vb. bir çok insanlık sorunlarını kendi derdi kılmaya ve adanmışlığa ihtiyacı vardır.
Girdiğim ilk derste sınıfta tahtaya büyük harflerle öğrencilerim için hep bunu yazıyorum. İşte birinci emir budur: "DERTLENİN."