Birimiz Mars’tan diğerimiz Venüs’ten mi?
Hayat imkanlarının olduğu tek yer olarak dünyayı biliriz. Diğer gezegenlerde yaşam var mıdır diye bir dünya emekler veririz. Bir çok paralar döküp uzay boşluğunu bile bir çöp yığını haline çeviririz. Paylaşamadığımız koskoca dünyadan başka yerler ararız.
Daha genç görünebilmek ve daha uzun yaşamak için bir çok deneyler yaparız. Yapılmış, test edilmiş olarak bize sunulan bütün bilimsel çalışmaların sonuna kadar arkasında oluruz. Allah’ın nimetlerini yıllarca kendimize yasak edip, sonradan yanlış olduğunu öğreniriz.
Bütün bu gayretlerin sebebi daha uzun yaşama arzumuz, daha güzel olma isteğimiz ve her şeye sahip olma tutkumuzdur. Sultan Süleyman’a bile kalmaya mal mülkün peşinde ömrümüzün günlerini tek tek eritirken, kendimizi de sevdiklerimizi de bitiririz.
Hep bir koşturmaca içinde hayatın içine dalarız. Bir çok hedeflerimiz, yapılacak işlerimiz, görülecek yerlerimiz, verilecek borçlarımız, alacak hesaplarımız vardır. Her gün bunların peşinde koşarken ya birilerini ezer ya da tepesine basarak çıkmayı marifet biliriz.
Kan ve acılarla yazılan tarihe bir yenilerini bizler de ekleriz. “Aman bizde uzak olsun” dediğimiz, filmlere konu olmuş olayların içinde birden kendimizi buluveririz. Sanki elimiz kulumuz bağlı, sanki bizim hiçbir dahlimiz yokmuş gibi suçlu ararız.
Mutlu olmak, daha büyük aileye sahip olmak, göz aydınlığı evlatlar edinmek için beyaz gelinliklerle girilen evlerden, beyaz kefenlerle çıkanlara şahit oluveririz. Bu durum bir anlık boşluğa gelmek, cinnet hali neyse o hali ile olduğunu öğreniriz.
Ölen mezara, kalan ise acıları ile hayata devam etmek zorundadır. Ölen öldüğü ile kalmakta, kalan ise vicdanına asla veremediği cevap ile her gün ölmektedir. Yaşanan onca güzel anılar kapanmış, arkada kalan bir mevta ve hatırları oluvermiştir.
İnsanlığın yaratılışı ve dünya serüvenine girişi her birimizin malumudur. İçinde bütün ihtiyaçların karşılandığı bir bahçe, sıkıntısız bir hayat, yalnız olmasın, huzur ve sükûnete ersin diye bir eş...
Öğretmeni Rahman olan Hz. Adem ve Havva...
Tek bir imtihan, sakın şu ağaca dokunma...
Uyarı, şeytan senin apaçık düşmanın...
İnsan, ölümsüz olmak ve her şeyin sahibi olmak isteyen...
Şeytan, huzurdan kovulmuş, hatasını Rahman’a atarak kendini temize çıkarmak isteyen, insanın bu zaafını bilen, yaşadığının faturasını çıkartmak isteyen...
Ve malum olay, Şeytanın dünyanın en bilge insanını kandırması, yerinden yurdundan etmesi...
Zor şartlara üçünün de düşman olarak inmesi, şeytanın açık düşman iken karı koca üzerinde söylenenin sadece düşman tabirinin olması...
Bütün sorunları çözecek olan ayet Teğabün Suresidir. İmanını hayatına şahit kılmak, güvenin sonucu olan teslimiyet içinde olanlar için müthiş bir uyarı vardır. Eşlerimizden ve evlatlarımızda bizim için düşman vardır.
Düşman olmak demek, koltuğunda, imkanlarında, sözünde, mülkünde vs. gözü olmak demektir. Bu da şeytan gibi apaçık değil gizlidir. Mallarımızın ve evlatlarımızın imtihan olduğu da bildirinin içindedir.
Tavsiye ise yine inanıp güvenenlerin yapabileceği erdemlilik hareketleridir. Zira yaradan onlardan sakınmamızı, af etmemizi, yeni bir sayfa açmamızı, iyilik yapmamızı, kusurlarını başlarına kakmamamızı, onlara harcama yapmamızı istemektedir.
Mükafatı kendisinden beklememizi istemektedir. Zira en büyük mükafat O’nun yanındadır. Bunu da gücümüz nispetince yapmamızı istemektedir. Dinleyip itaat etmemizin gerekliliği vurgulanırken, onlara infak etmemizin kendimiz için olduğunu belirtmiştir.
Bütün bu güzel hasletlere engel olan ise egolarımız, cimriliklerimiz, yanlış hesaplarımızdır. Güçlü olma ve her dediğimizin olması isteğidir. Bundan dolayıdır ki, her iki cins de birbirine zulmetmektedir.
Erkek de kadın da aynı dünya toprağından yaratılmış, aynı özelliklere ve güzelliklere sahip olmuş, mutluluğa aday olmuştur. Hasılı ne kadın Mars’tan, ne de erkek Venüs’ten gelmiştir. Ve her şey bir gün sonlanacaktır. Asıl olan felaha kavuşmak değil midir?