Bireyselleşme kolektivite gerilimi
1980 önce Türkiye’de şehre göçlerle birlikte metropollerin gelişimi özellikle bireyselleşmenin seyri açısından önem taşımaktadır. Türkiye’de Batı’da yaşandığı şekliyle bireyselleşmenin gerçekleşememesi birkaç sebebe matuftur.
Birincisi, Rönesans, Reform, Sanayileşme ve Aydınlanma gibi süreçlerin Türkiye’de etkileri olmakla birlikte, toplumun kendi akışında doğal bir karşılığı yoktur. Batı toplumları bu süreçleri, kendi doğal seyirlerinde yaşamışlardır. İkincisi, kolektivitenin devlet-fert ilişkisinde yönetebilirliği sağlaması sebebiyle büyük oranda devlet politikası olarak benimsenmesi. Üçüncüsü de, Türkiye’de 1960’dan itibaren meydana gelen sosyal ve kültürel olayların “kolektivite”yi daha çok öne çıkarması ve işlevsel kılmasıdır.
Büyükşehir ve metropollere göçler, uzun vadede bireyselleşmenin yaygınlaşmasında etkili bir sebeptir. Bu, bir yandan şehirleşmenin bir getirisi, diğer yandan dünya ölçeğinde postmodernlik, küreselleşme, tüketim ve yeni yaşam tarzlarının yaygınlaşmasının sonucu olarak görünmektedir. Hatta bugün dünya ölçeğinde atomize olmuş bir varlık olarak bireyin bile parçalandığını söylemek mümkündür.
Küreselleşme, ulus-devlet sınırlarının esnemesi vb. gelişmeler ortaya çıkardığı belirsizlikler sebebiyle insanları bireyselleşme konusunda daha ihtiyatlı kılmıştır. Bu önemli bir dış sebep olarak etkili olmuştur. Öte yandan şehre göçün ardından henüz yeterli imkan bulamayan ve orada bildik tarzlar arayan insanlar için hemşehrilik dernekleri, cami, kahvehane vb. toplanma yerleri birer kolektivite imkanı olarak yaygınlaşmışlardır. Büyükşehir hayatı nihayetinde modernleştirici bir etki bırakmakla birlikte, şehre göç edenlerin henüz geldikleri yerdeki alışkanlıklarını bırakmamaları kolektivitenin hayatiyetinin devam etmesini sonuçlayan bir başka faktördür.
Özellikle 1970’li yıllardan itibaren çekilen yerli filmlerin ağırlıklı konusu modernleşmenin toplumsal düzeydeki farklı yansımalarıdır. Şehre göç olgusunın neredeyse ortak tema olduğu birçok filmde, şehrin periferisi, gecekondular ve mahalle dayanışması kolektiviteyi pozitif unsur kılacak şekilde sunumlanır. Ekonomik sıkıntıların eşlik ettiği sorunlar, mahallelinin kahvedeki ve evdeki ortak tavırları ile çözülmeye çalışılır. Diğer yandan konağın aşçısı, hizmetçisi, şoförü gibi alt sınıflar filmin gariban kahramanı ile duygu ve tavır ortaklığı ile bu kolektivititeye katılırlar. Bu filmlerde büyük oranda bireyselleşmiş portreler tekemmül etmiş halde yokturlar. Belki yalnızlık ve bireyselleşmenin işlendiği filmleri izlemek için günümüze daha yakın bir zamana gelmek gerekmektedir.
1980 sonrasında bilhassa modernleşmenin sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan Türkiye insanını daha sıkı markajı ve dönüştürmesiyle karşı karşıya kalınmıştır. Bir kere yeni başlayan neo-liberal politikalar birey merkezli kazancı “girişim” kavramı üzerinden topluma örtük ve açık biçimde boca etmişlerdir. Burada neo-liberal politikaların hem kolektivitenin mekanlarını ayrıştırma hem de girişim ve kazanç elde ettikçe bunu bir kültüre dönüştürme gibi işlevleri olmuştur. Şunu özellikle belirtmeliyiz ki, modernleşmenin başarılı olmasının sebeplerinden birisi hızlı değişimler üzerinden bir hayat tarzını kültüre kolaylıkla dönüştürebilmesidir. 1980 sonrası Türkiye toplumunu sıkı takip edenler, nasıl bir kültürel değişikliğin gerçekleştiğini rahatlıkla görebileceklerdir.
Eğitim ve sosyal hayatın içeriği de bireyselleşmeyi destekler yönde olmuştur. Burada eğitimin modernleştirici içeriği ile birlikte 1990’lardan itibaren televizyon kanallarının çoğalması ve süreç içerisinde Türkiye’nin uydu antenler üzerinden dünya sistemine daha yakın bağlanmasına dikkat çekmeliyiz. Bu minvalde filmler, diziler, haberler vb. ile Batı modernleşmesinin Türkiye’de hızlandırılmış bir sosyalliği beraberinde getirdiğini söylemek yanlış olmayacaktır.