Dolar (USD)
35.24
Euro (EUR)
36.79
Gram Altın
2965.45
BIST 100
9626.56
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

​Birey ve tüketim

Tarihsel süreç içerisinde mülkiyet biçimlerinin, Marx’ın deyişiyle üretim araçları ve ilişkilerinin değişimi, toplumsal değişmelerin gerçekleşmesinde gerçekten önemli bir faktördür. Bu cümleden hemen materyalizme bir gönderme çıkarmamak lazımdır. Zira maddi koşulların şekillenmesinde diğer faktörlerin de etkisi vardır.

Bu yazıda bireyin oluşumu ile yeni üretim ilişkileri arasındaki tekabüliyete değindikten sonra, bugün insani açıdan problemlerinin ne olduğuna değinmeye çalışacağım. Kanaatimce insan denilen varlık, giderek bazı insanların kontrolünde insanın kontrolünden çıkmaktadır. Bu da büyük oranda daha çok mülkiyete sahiplik gibi insanoğlunun en başından itibaren durdurulamayan hırslarından kaynaklanmaktadır. Ne ilginçtir ki, fani olduğunu bile bile insan dünyada mülk depolamaktadır; hem de asla yiyemeyeceği ve yararlanamayacağı kadar.

Modern dönem, özellikle 18. Ve 19. yüzyıllar hem “birey” kavramının oluşumu ve şekillenişi hem de sanayileşme devrimi üzerinden üretim ve mülkiyet ilişkilerinin değişmesine sahne olmuştur. İnsanın Tanrı’ya referans yapmadan dünyayı kendisinin kurabileceğine dair inancını ifade eden modernliğin birey kavramına ihtiyacı vardır. Zira böyle bir dünyanın inşası için, öncelikle insanın bazı aidiyetlerinden azade kılınması, sonra da kendisi ve dünyaya yeni bir anlam verilmesi gerekiyordu.

İlk adımda insan bireyleşirken gelenek, din ve Tanrı ile bağlarını koparması gerekiyordu. Çünkü Tanrı insana dünyada bulunuş amacı yazmakta, din ve gelenekler ise insanı farklı aidiyet tarzları ile hem bu amaca uygunluğunu onaylamakta hem de sosyal anlamda kontrol etmekteydiler. Böylece insan bu dünyada bulunuşuna dair yeni bir hikaye, anlam ve amaç yazmaya başladı. Bu yüzyıllarda bireyselleşme çabalarıyla birlikte gelişen insan hakları ve feminizm hareketlerini de bu süreçten bağımsız olarak okumak mümkün değildir.

Batı’da haklar ve özgürlükler söz konusu olduğunda, bunun açık ve gizli göndermesinin başında mülkiyet hakları gelmektedir. Yeni gelişen sınıf olan burjuvazi, temel reflekslerini bu mülkiyet haklarını garanti etmek üzere hareket etmiştir. Esasen o dönemde geliştirilen insan hakları, kamusal ahlak da burjuvazinin talepleri doğrultusunda şekillenmiştir.

Sanayileşme bir kere makine ile hızlı ve seri üretimi getirdikten sonra, süreç üretim ve tüketim döngüsü içinde şekillenmiştir. Bir yandan hammadde temini için açık ve post-kolonyal yöntemlerle sömürü devam ederken, kapitalizm farklı aşamalardan geçerek bu üretim-tüketim döngüsünü gerçekleştirmiştir. Tüm bu aşamalarda en temel sorun; bu kadar üretimin dünya ölçeğinde nasıl tüketileceğidir. Tam da bu sebeple post-modern kapitalizmin kendisini odakladığı yer özelde tüketim stratejileridir.

Tüketim stratejileri özellikle ferdi Tanrı, gelenek, kolektivite gibi bağlılık olarak gördüğü ögelerden azade kılmaya özen göstermektedir. Bireyselleşme bir özgürleşme olarak tanımlansa da, kapitalizmin tüketim stratejisi aidiyetlerden boşandırdığı insanı piyasa güçlerine teslim etmektedir. Buradaki temel hedef insanın tüketime direnmesinin önüne geçmek, onu sürekli tüketen yeni bir varlık haline getirmektir. Bugün dünya ölçeğinde eğitim de, ağırlığı azaltılmış, külli stratejilerden ziyade gündelik tüketime odaklanmış ve hiçbir tutamak noktası kalmamış insan profili üretmektedir. Bugün dünya ölçeğinde varolan borçluluk oranı bu stratejilerin vardığı noktayı göstermesi açısından önemlidir.

İnsan Tanrı’dan azade olunca özgür olduğu yanılsamasına kapılmıştır ancak “tabiat boşluk kabul etmez” sözü gereği boşta kalan insanı kapitalist güçler idare etmektedir. İnsan ise içinin boşaldığını ve ruhunun köleleştiğini bakalım ne zaman farkına varacaktır?