Dolar (USD)
35.25
Euro (EUR)
36.82
Gram Altın
2962.92
BIST 100
9590.02
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
20 Şubat 2021

Birey olmak

İnsanlık tarihi içerisinde şüphesiz çok farklı kırılma noktalarından bahsedilebilir ve bu kırılmaların yarattığı önemli sonuçlar vardır. Bugün insanlığın seyrini belirlemede etkin unsur giderek bir ideoloji haline gelmiş olan post/modernizmdir. Aslında post/modernizmin de içeriklerini yokladığımızda, karşımıza insanın dünya ve Tanrı ile irtibatı gibi bir sorunu işaretleyen kadim insanlık problemi gelir.

Modern dönemle birlikte insanlığın seyrinde yeni bir kırılma başladı. İnsanın dünyayı kendine referansla kurabileceği bir duruma atıf yapan modernizm, son tahlilde pre-modern dönemden farklı olarak Tanrı-insan ve dünya ilişkisine dair farklı bir tanımlama ve konumlandırma yapmak durumundaydı. Bu bağlamda dinlerin “insan için asıl mekan ahiret yurdudur” argümanını tersine çevirerek insanın dünyaya odaklanmasını sağladı. Bunun sonucunda açık ve örtük biçimde insan dünyalı bir varlık olarak tanımlanmaya başlandı. Bu içeriği modernizmin seküler karakteri sağlamıştır.

Dünyalı bir varlık olarak insanın kendisine referansla dünyayı yeniden kuracağına inanması, bir kere en baştan kutsal kitapların “yol gösterici (Hüden)” kılavuzluğunu bir sorunsala dönüştürmüştür. Burada insan kendisine referansla nasıl yaşayacağına, neyi nasıl anlamlandıracağına kendisi karar veren bir hüviyetle yeniden ortaya çıkarılmıştır. Bu nitelik de modernizm de birey kavramıyla karşılanmaktadır. Bu bağlamda birey kavramı, sadece toplum içinde yaşayan tekil ferdi ifade etmemekte, bunun ötesinde ve daha çok referansı kendisinden menkul bir insan olarak devreye girmektedir. Bireyselleşme modernizmin olmazsa olmaz temel kavramlarından birisidir.

Rönesans ile birlikte yeniden canlanan hümanizm, Descartes’tan başlayarak gelişen insan (süje) merkezli bir evren anlayışı Aydınlanma felsefesi ile bireyciliği doruk noktasına ulaştırmıştır. Aydınlanma’nın bireyi bir yandan insanı tümüyle rasyonel hareket eden bir varlık olarak tasarlarken diğer yandan bu rasyonalite ve kendine güven üzerine dünyayı yeniden kurmaya koşullandırmaktaydı.

Tabii bunun bir takım gerekirlikleri ve sonuçları vardı. Birincisi, Tanrı artık tüm varlıklar içinde merkezi konumunu kaybetmekte ve oraya insan ikame olmakta idi. Epistemolojik olarak da, insanın ürettiği bilgi ve daha da önemlisi isimlendirme ve tanımlamaları geçerlilik kazanmaya başlamıştı. Tam da bu noktada değinilmesi gereken üç önemli problem vardır. Birincisi, özü itibarıyla fani ve sınırlı olan, üstelik de verili olan böyle bir dünyada insanın tanımlamaları niçin genel geçerlilik taşıyacaktır? Yani insan bir şeyi öyle tanımladı diye eşya öyle olur mu? Bu soru özellikle I. Dünya Savaşı’ndan itibaren başlayan modernizmin krizinin, bilginin geçerlilik sınırlarının süjenin sınırlarına çekildiği postmodernizmle derinleştiği bir durumu karşımıza getirmiştir. İkincisi de, insan bütün teknolojik başarılarına rağmen dünyadaki konumu ve anlamına dair problem yaşamaya devam etmektedir. Modernizm henüz insanın dünyada bulunuşuna dair bir anlam getirememiştir.

Peki o zaman birey olmanın anlamı ve içeriği nedir? Birincisi, insanın hem kendine ait yetileri geliştirmesi, kendisine ve dünyaya dair sorumluluk üstlenmesi ve yaptıklarının sonuçlarına katlanması önemli ve arzu edilen bir durumdur. Aslında Tanrı da insanlardan bunu ister. Fakat daha ötede, insanın kendisine referansla henüz “anlam”ını bulamadığı bir dünyada niçin yaşadığı sorusu bütün açıklığıyla durmaktadır. İnsan, “bir birey olarak hiçbir şeye (dine, Tanrı’ya vb.) en baştan bağlanmak istemiyorum” diyerek özgürlüğünü ilan ediyor. Fakat henüz üzerinde kendisini temellendireceği dinin söylediğinden bağımsız bir “anlam”ı bile yok.