Birbirini Döven Sömürge Çocukları
İslam dünyasının modern zamanlarındaki serencamına bakıldığında, özellikle sömürge koşullarının yarattığı önemli sonuçların çoğu zaman bir travma şeklinde karşımıza çıktığını görmekteyiz. Müslümanların “Batı modernitesi” ile karşılaşması, iki tarihsel koşul çerçevesinde olmuştur. İlki, Batı’nin bilimsel, siyasi, sosyal, ekonomik inkişafı buna eşlik etmiştir. İkincisi de, İslam dünyası her bakımdan bir düşüş içindedir.
Fakat sömürgeleşmenin yarattığı
zihni travmalar bir türlü müslümanların ayaklarını sağlıklı bir şekilde zemine
basmalarının önünde engel olarak durmaktadır. Sömürge koşullarına maruz kalmış
müslüman ülkelerin, “zihin”, “dil” ve “kendine güven” açısından yaşadıkları
travma bugün Batı’ya tam bir teslimiyet şeklinde tezahür etmektedir. Artık müslüman
toplumlarda ya yükseltilen islami söylemler kendi pratikleriyle bir çelişki
yaşadıklarından zaten kendilerini elemekte ya da büyük oranda İslam’ın içinde
yaşadığımız dünyada müslümanların bir geleceği olamayacağını “kal” ve
“hal”leriyle belirgin kılmaktadırlar.
Bir kere “dil” bir kuşatılmaya ve
işgale uğramıştır. Öyle ki her toplumun kendisini inşa edeceği bir varlık alanı
olan dil, her şeyden önce bir metafiziğe olan göndergelerini kaybetmiştir.
Dindeki çözülme hem bunun sebebi hem de sonucudur. Çünkü dinin oluşturduğu dil
hazinesi insanı hem fenomenler dünyasına sağlıklı nüfuzunu sağlar hem de kendi
içerisine doğru derinleşmesini temin eder.
Her bakımdan tasallut altında
olduğunu hisseden insanlar bu tasalluttan kurtulmak için en azından zihnen direnç
geliştirirler. Bu dirençler modernleşmenin erken zamanlarında kendisini
müslüman toplumlarda biraz daha belirgin şekilde göstermişti. Fakat içinde
yaşadığımız post/modern süreçte bu dirençler giderek zayıflamış görünmektedir.
Yaşanılan tüm sefaletten kurtuluşun yegane adresi teori ve pratiklerde artık
“Batı”yı işaret eder duruma gelmiştir.
Bunun birkaç önemli tezahürünü
izlemekteyiz. Bir kere İslam artık zihinlerde bir referans olarak
işlememektedir. Müslümanlar kendilerini sömürgeleştiren koşullara bağlanarak
bir gelecek yaratmak gibi tuhaf bir yöne sapmışlardır. “Reel-politik” sürekli
mevcudun meşruiyetini onayan bir muhafazakarlığa dönüşmüş durumdadır. Müslümanların
kendi pratiklerine yönelik geliştirdikleri eleştiri dili, İslam ile bugünün
irtibatını sağlamak üzere devreye girmekten daha çok bu irtibatı kesmeye
yönelik işlemektedir.
Osmanlı’nın son döneminde yapılan
tartışmalar, en azından bu dirençleri oluşturmak üzere ulema/aydınlar arasında
gerçek tartışmaların yapıldığını bize göstermektedir. Fakat daha sonraki
süreçte aydınlar sürece egemen oldukça, batıcılığı kendi ülkelerine tercüme
etmek gibi bir işlevle kendilerini sınırladılar. Böylece Batı’ya yaklaştıkça,
ödülleri artan ve statüleri yükselen aydınlar tabakası oluşmaya başladı.
Bu bağlamda üç aydın tabakasından
bahsetmek mümkündür. Bunlar aynı zamanda, yaşam tarzı ve gündelik ilişki olarak
üç sınıf şeklinde de işlemektedir. İlki, yabancı dili çok iyi bilip yaşam tarzı
itibarıyla da batılılaşmış, Batı ile teması iyi olan akademisyenleri de içine
alan aydınlar tabakasıdır. Bunlar eskiden bu yana Batı’da varolanı buraya
tercüme etmek gibi bir aktarmacılıkla malüldürler; bu toprakların sorunlarından
hareket etmezler, Batı’dakini aktararak sorun ithal ederler.
İkincisi, daha önce toplumun her
bakımdan periferisinde yer alırken, sonradan yabancı dil öğrenip yurtdışına
giderek “aydın”lanmış muhafazakar tabakadır. “Selamun Aleyküm”den “Hello”ya geçişin tezahürlerini gösterirler.
“Kendinden emin”lik halleri olmadığı için birinci tabakaya yaklaştıkça
statülerinin artacağı beklentisi ile düşünür ve konuşurlar. Üçüncü tabaka ise,
en azından bu toprakların temel probleminin farkındadır ve “İslam”ın bu
toprakların temeli olduğunu söylemeye devam etmektedir.
Fakat ortada şöyle bir gerçek var;
Batılılar her halükarda müslümanları dövmeye devam ediyor. Diğer yandan birinci
tabaka diğerlerini döverken ikici tabaka da, aslında aynı kökten çıktığı
üçüncüyü dövüyor. İlginç olan; makus talihinden kurtulmak isteyen herkes “Batı”ya
doğru hareket ediyor ve geleceğini orada aramaya başlıyor; üstelik de sürekli
birbirlerini dövüyorlar.