Birbirimizi niçin sevmiyoruz?
Bugünlerde, hepinizden
kendisi için “şifa duaları beklediğimiz” damadımız-evlâdımız Enes’in
rahatsızlığından dolayı “sağlık işleri”ne
iyice dalmış durumdayız.
Dostların tavsiyesiyle
Merhume Aidin Salih’in bütün eserlerini de “inceleme
kıvamında” okuyoruz.
“Tıbb-ı Nebevî” yani “Peygamber
Tıbbı” alanındaki bütün yazıları okumaya, videoları izlemeye gayret
ediyoruz.
Bir okuyucumuz da, “Serdar Abi, bazı yazılarınızda Tıbb-ı
Nebevî Üniversitesi Kurulmalı demiştiniz. Biz Tıbb-ı Nebevî’den uzak kaldıkça
birbirimize saldırmaya, birbirimizin ağzını burnunu patlatmaya devam ederiz!”
deyince, “Psikopat mı oluyoruz?”
muhtevalı bir önceki yazımızdaki eksikliği görüyoruz.
Öncelikle, öylesine “berbat” beslenme daha doğrusu
zehirlenme alışkanlıklarımız var ki, ruh ve akıl sağlımızın yerinde olması
mümkün değil.
Nice ayet ve hadis, “pisboğazlık” denilenin ne kadar berbat
bir “hâl” olduğunu çok sert ve çok
net ifadelerle ortaya koyuyor ama…
Biz kontrolü tamamen
kaybetmiş durumdayız.
“Çocuklarımızı” cicili bicili ambalajlara sarılmış ürünlerle “zehirliyor”, bağışıklık sistemlerini
çökertiyor, “körpecik vücutlarını çöplüğe döndürüyoruz.”
Genetiği değiştirilmiş
ürünler, katkı maddeli ürünler her yanımızı sarmış, “kimyasal ilaçlar” pazarda
el attığımız hemen her sebze ve meyvede…
Bu durumda, en güzel
tedbir, “Az yemek”…
O iğrenç “yemek programları”nın, “paradan başka bir şey düşünmeyen”
sektörün ve reklam pastası paylaşanlarının propagandalarından mümkün olduğunca
az etkilenmek.
Ne kadar az yersek o kadar
iyi.
Hz. Peygamber (s.a.v.), “Allaha en sevimli olanınız, yemesi en az
ve bedenen en hafif olanınız!” buyuruyor, “Pisboğazların Cennet’e giremeyeceği”ne işaret ediyor ama biz,
büyümemesi gereken yerleri büyüttükçe büyütüyoruz!..
Vücudumuzdaki bütün
organların, bütün sağlıklı hücrelerin katıldığı “muhteşem zikre” saldırıyor, ruhumuzu da fikrimizi de bozuyoruz.
“Bağımlılık yapan” katkı maddeleriyle dolu “paketlenmiş” ürünleri hem de aşırı aşırı tükettikçe, bin türlü
fiziki hastalığın ötesinde, “huzursuzluk,
depresyon, anksiyete”…
Ne sıkıntı varsa yükleniyoruz.
Sonra da…
Her türlü “stres” faktörü karşısında ilk tepki
olarak karşımızdakinin kafasını, gözünü patlatmayı düşünüyoruz.
Fiziki şiddet almış başını
gidiyor; iftiralar, damgalamalar havada uçuşuyor.
Gücü yeten yetene tablosu
oluşuyor toplumda.
Eşe şiddet, çocuğa şiddet,
hayvana şiddet, ağaca şiddet…
Bu kadar zehiri bol bol vücutlarına
alan…
Bunca yanlışı bir arada ve
ısrarla yapan bir toplumun fertlerinin birbirlerini “seveceğini” mi zannediyoruz
yoksa!..
“Çöplüğe” döndürdüğümüz
kalplerimizde, beyinlerimizde “sevecek”
hâl mi bıraktık!..
ŞİDDET KOL GEZERKEN!..
Bir önceki yazımızda, “Toplum Psikolojisi”ndeki bozulmanın çok tehlikeli boyutlara vardığını belirmiş ve herkesi üzerine düşmeyi yapmaya davet etmiştik.
Yazımız büyük ilgi gördü,
çok sayıda destek mesajı aldık.
“Açık ve gizli” silah edinmelerin arttığı, en azından arabanın bir
yerinde sopa, demir veya elektro şok cihazı
bulundurma mecburiyetinin hissedildiği” bu son derece “tehlikeli” vasat, en sâkin
görünenlerimizin bile başını belâya sokabilir.
Bu öfke ortamı her yeri,
her yatağı, her yastığı, “her koltuğu”
yakabilir!
Bunlar genel kabul gören değerlendirmeler…
Bize mesajla katkıda
bulunan kıymetli okuyucularımızdan bazıları, trafikte karşı karşıya kaldıkları “tehlikelerden” misaller vermiş…
Yaşanmışlıklar şok.
Herkes tehdit altında…
Mesela:
Ailenizle birliktesiniz…
Yol vermekte birkaç saniyelik gecikmenize gıcık olan
magandalardan dördü yolunuzu kesiyor ve üzerinize geliyor…
Bu durumda ne
yapacaksınız?..
Her tarafı belâ bir iş ve
bu belâ memleketin dört bir yanında kol geziyor!..
Cüneyt Arkın misali dördünü de güzelce paket yapabilirseniz iyi.
Paket yaparken dozu fazla
kaçırırsanız kötü!.
Öte yandan…
Beklenen olursa…
Ve…
Ağzınızı burnunuzu patlatma
olayı “polis”e intikal edecek
olursa, sonuç saldırganların serbest bırakılmasından ve adresinizin (resmi
işlemlerden dolayı) saldırganların eline geçmesinden ibarettir.
Sosyal medya devreye
girecek de, saldırganların tutuklanmasını isteyecek de, saldırganlar şöyle,
kamuoyunun dikkati olaydan uzaklaşıncaya kadar “birkaç
günlüğüne” alınacak da…
Falan da, filan da…
İşin hukuki boyutu bir
yana, Meclis gerçekten bir iş yapacaksa, “Şiddete karşılık gelen cezaları”
arttırsın, bir şeyler yapsın işte, yapsın artık!..
“Yeni Yasama Yılı’nda Çok
Muhterem vekillerimizden “Sokağın Sesine
Kulak Vermelerini” istirham etsem…
Huzuru bozmuş mu olurum acaba?