Biraz da ben hayal edeyim…
YILDIZLAR hikmetli hareketleriyle, birbirlerine kafa atmadan, seyahat ettikleri gibi birinin hayali diğerinin hayaline tekme atıp; önümden çekil! Birazda ben hayal edeyim demiyor. Bir hayal, bir başka hayale engel olmuyor ve her hayalin, duygunun kendine has bir kimliği vardır ve o kimlikle Allah’ın varlığını vahdaniyetini ilan ederler… İşte bunun için hayaller, hayaller sayısı ötesinde Allah diyor… Sesler farklı, yüzler farklı, parmak izleri farklı, hayaller de farklı… Ehli imanın, tefekkür ehlinin hayalleri çok daha güçlüdür ve çok daha uzak mesafelere giderler... Tefekkür ehli, ev, araba, servet, şan – şöhret gibi şeylerde sıkışıp kalmaz, küçücük sularda boğulmaz; kâinat ummanını aşıp, âhiret âlemlerine, varlık ötesi hakikatlere yolculuk ederler… Tefekkür ehlinin hayali çerle – çöple uğraşmaz, böyle şeylerden hayâ ederler...
Mahmutpaşa Yokuşu, Beyoğlu, Kemeraltı gibi yerlerde
birilerine çarpmadan yürüyemezsiniz. Önlemler alındığı halde kavşaklar ve ana
arterlerde mutlaka kazalar olur. Yıldızlar trafik kazası yapmazlar ve hayaller
trafik yoğunluğu yaşatmazlar… Hayal,
emniyet kemeri bağlamadan, hatta galaksiler arası seyahat ederken yanına
oksijen, özel başlık ve özel kıyafet almadan yola koyuluyor… Ama yinede
hayalin çok özel bir kıyafeti vardır. O kıyafet; vahdaniyete, sarsılmayan imana
götürecek tefekkür kıyafetidir ve de şuur, vicdan teçhizatıdır. Yoksa bazı
sapık felsefeciler, bilim insanları gibi hayal ederse oksijensiz kalacak, dalalet
vadilerinde boğulacaktır. Öyle bilim
insanları ve felsefeciler vardır ki; okyanus gibi büyük meseleleri aşıp,
hayalle tefekkürle kâinatın halıkını bulamadıkları için atomda boğulup kalmışlar,
esir maddesine esir olmuşlardır… Ne yazık ki:İman etmeyi akletmeyen, şuurla vicdanla tefekkür sörfü yapamayanlar
boğulup gitmişlerdir… İşte bilim insanlarının hayali ile ortaya çıkmış CERN ‘Avrupa
Nükleer Araştırma Merkezi’ ve yapılan yüzyılın deneyi… Atom parçacıklarını
çarpıştırarak, ele geçen neticede, emniyet kemeri kullanılmadıkları için, kâinat
nereden geliyor, nereye gidiyor ve nasıl çalışıyor gibi akılları meşgul eden
müşkül suallere “Allah” diyememişlerdir, yerin altında kalmışlardır… Emniyet kemeri ve teçhizatı bulunmayan
bilim ve felsefe insanlarınca kâinatta zerreden yıldızlara her şey faili meçhul
kalmıştır… İçinde çok çarklar bulunduran arıdan ta kartallara,
galaksilerden kara deliklere kadar her şey, onların düşüncesine göre serseri
tesadüfün oyuncağı ama “CERN”ü yapan, uyduları ve bilimsel çalışmaları yapan
onlar yani bilim insanları ve bu çalışmaları asla tesadüfe vermiyorlar: Biz
çalıştık, biz emek verdik, biz yaptık diyorlar. Utanmadan kâinatı ve zerreyi
başıboş sahipsiz görüp, tesadüfün kucağına atıyorlar… Ne mutlu bu yolculuklarda felsefe bataklarına düşmeden hakikatleri
görmüş ve iman etmiş olanlara…
Tek
ve biricik hakikat: Hem hayalle mana âlemlerinde, hem de şahadet âlemlerinde
gözle seyahat ederken, her şeyin arkasında ilahi kudreti görerek, her şeyde
parmak izi gibi Allah’ın ilim ve irade izini görerek, kuvvetli iman sahibi olabilmektir,
hayalin ve gözün hakkını ödeyebilmektir. Görünüşte
birkaç on kiloya sahip olan insan ama koca bir kâinat ve eğer ehli iman ve
tefekkür sahibi ise içinde ki bütün duyguları melaike, hayal ise adeta her yeri
doldurabilen ve her yerde var olabilen ruh. Böyle baksa ve böyle düşünse;
Allah inancı ile görmediği âlemlere, berzah âlemlerine ve melekler âlemine
imanı artacak. Yerin altında CERN gibi gerçek ve biricik hakikatlere
ulaştırmayan uğraşı yerine; hayalle her yerde Allah’ın kudret izini görüp,
kendi parmak iziyle iman mührü basacaktır. Ruh hayale, akıl fikre binince, insan varlık âlemlerinde
ve kusursuz sanatlarda Allah'ın sıfatlarını, ilmini iradesini görebiliyor…
Son sözü adam gibi hayal etmeyi öğreten, hayalden
hakikatlere elle tutar gibi ulaştıran, çok büyük bir hayal kahramanı ve
muhteşem iman sahibi Bediüzzaman’a bırakıyorum:
“Haydi! Ruhlar ve melekler gibi biz dahi cesedimizi
yerde bırakıp göklere çıkacağız. Hâlıkımızı semavattakilerden soracağız. Ruh
hayale ve akıl fikre bindiler, semaya çıktılar.”