Dolar (USD)
32.42
Euro (EUR)
34.29
Gram Altın
2492.64
BIST 100
9693.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

21 Ağustos 2022

Bir zamanlar Türkiye… Dallas yılları

Geçen hafta, “Türkiye’nin 70’li yıllarından” kesitler arz etmiştik.

Tüp kuyrukları, yağ kuyrukları, yokluklar, sokak çatışmaları…

Günde 20 vatan evlâdının CIA kurgulu “anarşi oyunlarına” kurban gitmesi…

Kısa süreli koalisyonlar; sürekli olarak değişen başbakanlar, başbakan yardımcıları ve bakanlar…

Sonrasında CIA güdümlü darbe…

Caddelerde, sokaklarda tanklar…

Okul koridorlarında askerler…

Gençler o günleri bilmezler ya, küçük hatırlatmalar…

Bu yazıda o hattan devam edelim:

O vakitler bizlere “televizyon çağı çocukları” derlerdi.

Almanya’da yaşayan anne babamız, “filipis” marka olanından bir tane getirmişti de, komşularımızın çoğundan erken girmişti bakıcılarımızın evine televizyon.

O vakitlerin siyah beyaz TRT’sinde yabancı diziler “oynatılırdı”.

En fazla izleneni “Dallas”tı.

Kapitalist düzenin her türlü pisliğinin “özendirici” tarzda sunulduğu dizinin oynatıldığı akşamlarda, sokaklar ıssızlığa bürünürdü.

Ertesi gün, bütün okullarda Dallas konuşulurdu.

Ceyar, Bobi, Lusi, Klif…

Hepsi aileden birileri gibiydi!

Birine “zâlim” demek isteyen, “Ceyar” derdi, o kadar yani…

Bir de “örövizyon” takıntısı vardı o yıllarda.

Ya sonuncu ya da sondan ikinci, üçüncü olurduk ve bize haksızlık yapıldığını söylerdik.

Bu konular bazı derslerimizin kaynamasına vesile olurdu ve bu durumlar bizi çok mesut ederdi.

*

Bize “bakmakla” görevli aile fertleri ve o ailenin diğer fertleri, Cumhuriyetin ilk neslindendi.

“On yılda 10 milyon genç YARATTIK her yaştan” diye övünenlerin yetiştirdiklerinden….

Siyasi tercihlerini de tahmin edersiniz;

“Banko CHP.”

O günlerin televizyonlarından, “haberler” ve “Dallas gibi diziler” dışında, “Buz Pateni Yarışmaları”nın da izlenmesi adet haline gelmişti.

“Fazla elektrik gitmesin” diye ışıklar söndürülür ve oradan arttırılan “enerji”, uzun saatler boyunca ekranda kalan “Artistik Paten” yarışmalarını izlemek için sarf edilirdi.

Yabancıların, o kıyafetlerle sergiledikleri figürler heyecanla izlenir…

Havaya atılan partner yerle temas ettiğinde düşerse “vah”lar çekilir, hareket kusursuz olarak tamamlanırsa, “alkış”lanırdı.

Yarışmaların en heyecanlı tarafı puanlama kısmıydı; hakemlerin verdikleri puanlar, biz Türkler tarafından da değerlendirilir, kimi zaman “haklı” bulunurdu, kimi zamanda “haksızlık yapıldığına” hükmedilirdi.

Her yarışmada da, “Biz niçin yokuz buralarda? Elin ecnebisi neler yapıyor, biz hâlâ güreş, müreş” yollu lâfların edildiğini hatırlarım.

Geçenlerde, gayet muhafazakâr bir ilçemizde “Buz Pateni” pistinin kurulduğunu, o piste “maneviyatçı birinin isminin verildiğini” ve gençlerimizin oralarda marifetlerini sergilediklerini görünce…

"Bizi büyütenler bu tabloyu görselerdi, acaba ne derlerdi?" diye düşündüm..

Onlardan biri şimdi karşımda olsaydı…

Şunları söylerdim kendisine:

“Belki takip edememişsindir, o günlerde özlemini duyduklarınız, ‘Türkiye’de niye yok?’ diye hayıflandıklarınız, artık karşımızda…

Bir nefes kadar yakınımızda…

Artık, en ‘muhafazakâr’ illerimizde, ilçelerimizde bile gençlerimize buz pateni eğitimleri veriliyor…

En muhafazakâr illerimizde, ilçelerimizde bile çılgın konserler düzenleniyor… Binler, onbinler büyük bir eğlence denizinin ortasında kendilerinden geçiyor!

*

Sadece bunları söylemezdim tabii…

Şöyle devam ederdim:

“O günlerde örtülülük örtüsüzlük meselesi vardı. Başları örtülü olanlar genellikle kapıcı kızları, köylü kızları, hizmetçilerdi… O günlerde, üniversite bitirmiş çok çok azdı. Lise bitirmiş olan, çok okumuşlardan sayılırdı.

Ortaokul mezunlarının sayısı da fazla değildi. İlkokulu bitirmiş olmak bile epeyce mühimdi. Hele hele, kadınlar diploma sahipliği bakımından epeyce gerideydi.

Şimdi bakın, Lise bile mecburi.

Sokaklar üniversite diploması olandan geçilmiyor.

Okuyanların yarısına yakını kadın.

Bunların epeyce bir bölümü de başörtülü ve çoğu da iş hayatında.

Eskiden de ‘hayat müşterek’ denirdi ve masrafların karşılanmasına kadının da destek vermesi gerektiği söylenirdi ama kadınların çoğu ev hanımıydı.

Bugün, kadınlarımızın çoğu çalışıyor.

Hemen her erkek, evleneceği kişide “eve maaş getirebilir” olma şartını arıyor.

İşte hayatlarımız sonuna kadar müşterek.

Ve üstelik…

Sizin zamanlarınızda, evin reisi erkek idi…

Şimdi öyle değil.

Şimdi mutlak eşitlik var.

Hatta ve hatta, biraz daha ilerisi, ‘Kadın beyanı esastır’ diye bir uygulama var.

Süresiz nafakayı uyguluyoruz; iki ay evli kalan kadın eşinin kendisine ‘psikolojik şiddet’ uyguladığını iddia ederse, haklı bulunuyor.

Ayrılıktan sonra da, ömür boyu nafaka alma hakkına kavuşuyor!

*

O günlerden kalan “yaşlımız” söylediklerimi hayretle dinleyecektir herhalde.

Öyle ya,

Eski korkular yok.

Hepimiz birbirimize benzemişiz.

“Dallas” mı?

Öyle “yerli diziler” gelmiş ki yerine…

“Dallas”, “Masumiyet Apartmanı” gibi kalmış!

*

Öyle bir “yaşlımızı” bulsam, ilk nesilden kalma…

Bizi “Her şeyin iyisi batıdadır. İnsanın güzeli batılıya benzeyendir. Batılılar gibi sarı saçlı, mavi gözlü olmak meziyettir. Mutlaka batılılaşmalıyız!” zihniyetiyle büyütenlerden birini bulsam…

Müjdeler olsun!” derdim.

Ve şöyle devam ederdim:

“Vakti zamanında geçmişimizle aramıza duvarlar örülmüştü ya…

Zihinlerimize prangalar vurulmuştu ya…

Dilimiz, ‘arındırma’ denilerek, iyice daraltılmıştı ya…

Şimdi işler tamam oldu.

Artık,

‘Uydurukça’ ile anlaşıyoruz, daha doğrusu anlaşamıyoruz.

En güzel kelimelerimizin mânâsını bilmiyoruz.

Biz ‘talebe’nin ne demek olduğunu anlardık.

Şimdiki gençler ‘talebe’yi duymamışlar bile.

Bereket’ yok, ‘Kanaat’ yok, ‘Zanaat’ yok, ‘Hikmet’ yok, ‘Marifet’ yok…

‘Evet“lerden çok daha fazla kullanılan,

‘Aynen öyle!’ler var.

**

Ve derdim ki bizi yetiştiren “yaşlı” vatan evlâdına:

“Biraz evvel de söylediğim gibi, bugün lise bile mecburi eğitim kapsamında.

Okullaşma oranımız tavana vurmuş durumda.

Nüfusumuz seksen beş milyon, bunun onda biri, yani sekiz buçuk milyonu üniversite öğrencisi.

Ve dahi…

Eskiden nüfusumuzun hızla artmasından şikâyet ederdiniz ya…

Şimdi, nüfusumuz artmıyor, Aile Bakanımız bile ‘Kıta Avrupası’ndan bile dört kat hızlı yaşlanıyoruz!’ diyerek, nüfus artış hızındaki radikal düşüşe işaret ediyor.

Osmanlıca çok gerilerde kaldı efendim;

Gazeteci sınıfında, hatta akademisyen sınıfında olanların bile kahir ekseriyeti, en okunur haldeki Osmanlıca metinleri okumaktan aciz.

Şimdi söyler misiniz, bizde emeği olan Amcacığım (ya da Halacağım) derdim;

Türkiyemiz çağdaşlaşma yolunda az mı mesafe kat etmiş?

*

Şimdi, pekçok konuda bizde emeği olanlar gibi düşünmüyorum.

O günlerdeki halimden bambaşka hallere geldim.

Bununla birlikte onların “haksızlık etmemeye” çalışan insanlar olduklarını söylemeliyim.

Yani…

Onlardan biri şimdi karşımda olsa…

“Doğru söylüyorsun Serdar!” derdi mutlaka!..

Mesela…

“Bugün savunma sanayi alanında da şu adımlar atıldı.” deseydim, onların da hakkını verirdi.

Şimdiki çoğu CHP’linin yaptığını yapmazdı.

Bugünküler gibi "nankörlük" etmezdi!