Bir zamanlar Türkiye… Dallas yılları
Geçen hafta, “Türkiye’nin 70’li yıllarından” kesitler arz etmiştik.
Tüp
kuyrukları, yağ kuyrukları, yokluklar, sokak çatışmaları…
Günde 20
vatan evlâdının CIA kurgulu “anarşi
oyunlarına” kurban gitmesi…
Kısa süreli koalisyonlar;
sürekli olarak değişen başbakanlar, başbakan yardımcıları ve bakanlar…
Sonrasında
CIA güdümlü darbe…
Caddelerde,
sokaklarda tanklar…
Okul
koridorlarında askerler…
Gençler o
günleri bilmezler ya, küçük hatırlatmalar…
Bu yazıda o
hattan devam edelim:
O vakitler
bizlere “televizyon çağı çocukları”
derlerdi.
Almanya’da
yaşayan anne babamız, “filipis” marka olanından bir tane
getirmişti de, komşularımızın çoğundan
erken girmişti bakıcılarımızın evine
televizyon.
O vakitlerin
siyah beyaz TRT’sinde yabancı diziler “oynatılırdı”.
En fazla
izleneni “Dallas”tı.
Kapitalist
düzenin her türlü pisliğinin “özendirici”
tarzda sunulduğu dizinin oynatıldığı akşamlarda, sokaklar ıssızlığa bürünürdü.
Ertesi gün,
bütün okullarda Dallas konuşulurdu.
Ceyar, Bobi,
Lusi, Klif…
Hepsi aileden birileri gibiydi!
Birine “zâlim” demek isteyen, “Ceyar” derdi, o kadar yani…
Bir de “örövizyon” takıntısı vardı o yıllarda.
Ya sonuncu
ya da sondan ikinci, üçüncü olurduk ve bize haksızlık yapıldığını söylerdik.
Bu konular bazı
derslerimizin kaynamasına vesile olurdu ve bu durumlar bizi çok mesut ederdi.
*
Bize “bakmakla” görevli aile fertleri ve o
ailenin diğer fertleri, Cumhuriyetin ilk neslindendi.
“On yılda 10 milyon genç YARATTIK her
yaştan” diye övünenlerin yetiştirdiklerinden….
Siyasi
tercihlerini de tahmin edersiniz;
“Banko CHP.”
O günlerin televizyonlarından,
“haberler” ve “Dallas gibi diziler” dışında, “Buz
Pateni Yarışmaları”nın da izlenmesi adet haline gelmişti.
“Fazla elektrik gitmesin” diye ışıklar
söndürülür ve oradan arttırılan “enerji”, uzun saatler boyunca ekranda kalan “Artistik Paten” yarışmalarını izlemek
için sarf edilirdi.
Yabancıların,
o kıyafetlerle sergiledikleri figürler heyecanla izlenir…
Havaya
atılan partner yerle temas ettiğinde düşerse “vah”lar çekilir, hareket
kusursuz olarak tamamlanırsa, “alkış”lanırdı.
Yarışmaların
en heyecanlı tarafı puanlama kısmıydı; hakemlerin verdikleri puanlar, biz
Türkler tarafından da değerlendirilir, kimi zaman “haklı” bulunurdu, kimi zamanda “haksızlık yapıldığına” hükmedilirdi.
Her
yarışmada da, “Biz niçin yokuz
buralarda? Elin ecnebisi neler yapıyor, biz hâlâ güreş, müreş” yollu
lâfların edildiğini hatırlarım.
Geçenlerde,
gayet muhafazakâr bir ilçemizde “Buz
Pateni” pistinin kurulduğunu, o piste “maneviyatçı
birinin isminin verildiğini” ve
gençlerimizin oralarda marifetlerini sergilediklerini görünce…
"Bizi büyütenler bu tabloyu
görselerdi, acaba ne derlerdi?" diye düşündüm..
Onlardan
biri şimdi karşımda olsaydı…
Şunları
söylerdim kendisine:
“Belki takip edememişsindir, o günlerde
özlemini duyduklarınız, ‘Türkiye’de niye yok?’ diye hayıflandıklarınız, artık
karşımızda…
Bir nefes kadar yakınımızda…
Artık, en ‘muhafazakâr’ illerimizde,
ilçelerimizde bile gençlerimize buz pateni eğitimleri veriliyor…
En muhafazakâr illerimizde, ilçelerimizde
bile çılgın konserler düzenleniyor… Binler, onbinler büyük bir eğlence
denizinin ortasında kendilerinden geçiyor!”
*
Sadece
bunları söylemezdim tabii…
Şöyle devam
ederdim:
“O günlerde örtülülük örtüsüzlük meselesi
vardı. Başları örtülü olanlar genellikle kapıcı kızları, köylü kızları,
hizmetçilerdi… O günlerde, üniversite
bitirmiş çok çok azdı. Lise bitirmiş olan, çok okumuşlardan sayılırdı.
Ortaokul mezunlarının sayısı da fazla
değildi. İlkokulu bitirmiş olmak bile epeyce mühimdi. Hele hele, kadınlar
diploma sahipliği bakımından epeyce gerideydi.
Şimdi bakın, Lise bile mecburi.
Sokaklar üniversite diploması olandan
geçilmiyor.
Okuyanların yarısına yakını kadın.
Bunların epeyce bir bölümü de başörtülü ve
çoğu da iş hayatında.
Eskiden de ‘hayat müşterek’ denirdi ve
masrafların karşılanmasına kadının da destek vermesi gerektiği söylenirdi ama
kadınların çoğu ev hanımıydı.
Bugün, kadınlarımızın çoğu çalışıyor.
Hemen her erkek, evleneceği kişide “eve
maaş getirebilir” olma şartını arıyor.
İşte hayatlarımız sonuna kadar müşterek.
Ve üstelik…
Sizin zamanlarınızda, evin reisi erkek idi…
Şimdi öyle değil.
Şimdi mutlak eşitlik var.
Hatta ve hatta, biraz daha ilerisi, ‘Kadın
beyanı esastır’ diye bir uygulama var.
Süresiz nafakayı uyguluyoruz; iki ay evli
kalan kadın eşinin kendisine ‘psikolojik
şiddet’ uyguladığını iddia ederse, haklı bulunuyor.
Ayrılıktan sonra da, ömür boyu nafaka alma
hakkına kavuşuyor!”
*
O günlerden
kalan “yaşlımız” söylediklerimi
hayretle dinleyecektir herhalde.
Öyle ya,
Eski
korkular yok.
Hepimiz
birbirimize benzemişiz.
“Dallas” mı?
Öyle “yerli
diziler” gelmiş ki yerine…
“Dallas”, “Masumiyet Apartmanı” gibi kalmış!
*
Öyle bir “yaşlımızı” bulsam, ilk nesilden kalma…
Bizi “Her şeyin iyisi batıdadır. İnsanın güzeli
batılıya benzeyendir. Batılılar gibi sarı saçlı, mavi gözlü olmak meziyettir.
Mutlaka batılılaşmalıyız!” zihniyetiyle büyütenlerden birini bulsam…
“Müjdeler olsun!” derdim.
Ve şöyle
devam ederdim:
“Vakti zamanında
geçmişimizle aramıza duvarlar örülmüştü ya…
Zihinlerimize
prangalar vurulmuştu ya…
Dilimiz, ‘arındırma’ denilerek, iyice
daraltılmıştı ya…
Şimdi işler
tamam oldu.
Artık,
‘Uydurukça’ ile anlaşıyoruz, daha
doğrusu anlaşamıyoruz.
En güzel
kelimelerimizin mânâsını bilmiyoruz.
Biz ‘talebe’nin ne demek olduğunu anlardık.
Şimdiki
gençler ‘talebe’yi duymamışlar bile.
‘Bereket’ yok, ‘Kanaat’ yok, ‘Zanaat’ yok,
‘Hikmet’ yok, ‘Marifet’ yok…
‘Evet“lerden çok daha fazla kullanılan,
‘Aynen
öyle!’ler var.
**
Ve derdim ki
bizi yetiştiren “yaşlı” vatan
evlâdına:
“Biraz evvel de söylediğim gibi, bugün lise
bile mecburi eğitim kapsamında.
Okullaşma oranımız tavana vurmuş durumda.
Nüfusumuz seksen beş milyon, bunun onda
biri, yani sekiz buçuk milyonu üniversite öğrencisi.
Ve dahi…
Eskiden nüfusumuzun hızla artmasından şikâyet
ederdiniz ya…
Şimdi, nüfusumuz artmıyor, Aile Bakanımız
bile ‘Kıta Avrupası’ndan bile dört kat hızlı yaşlanıyoruz!’ diyerek, nüfus
artış hızındaki radikal düşüşe işaret ediyor.
Osmanlıca çok gerilerde kaldı efendim;
Gazeteci sınıfında, hatta akademisyen
sınıfında olanların bile kahir ekseriyeti, en okunur haldeki Osmanlıca
metinleri okumaktan aciz.
Şimdi söyler misiniz, bizde emeği olan
Amcacığım (ya da Halacağım) derdim;
Türkiyemiz çağdaşlaşma yolunda az mı mesafe
kat etmiş?”
*
Şimdi,
pekçok konuda bizde emeği olanlar gibi düşünmüyorum.
O günlerdeki
halimden bambaşka hallere geldim.
Bununla
birlikte onların “haksızlık etmemeye”
çalışan insanlar olduklarını söylemeliyim.
Yani…
Onlardan
biri şimdi karşımda olsa…
“Doğru söylüyorsun Serdar!” derdi
mutlaka!..
Mesela…
“Bugün savunma sanayi alanında da şu
adımlar atıldı.” deseydim, onların da hakkını verirdi.
Şimdiki çoğu
CHP’linin yaptığını yapmazdı.
Bugünküler
gibi "nankörlük" etmezdi!