Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.31
Gram Altın
2912.65
BIST 100
9659.96
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
24 Ocak 2020

Bir zamanlar mâziye bak!..

Bu yazının “asıl maksadını” biraz sonra vereceğim.

Giriş faslı asıl maksadın etrafında dolaşsa da olur.

Efendim:

Bir önceki yazımızda, İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Kanunu’nun aile yapımızı nasıl tahrip ettiğini anlatmaya çalışmıştık.

Boşanmalardaki feci artışa, evlenmelerdeki feci azalışa dair rakamları vermiştik.

Batı’nın ailemizi bitirmek için bize “kilitlediği” ve halen “ısrarla” muhafaza edilen düzenlemelere kılıf olarak, “kadına karşı şiddeti önlemek” kullanılıyor ama…

O günden bu yana “kadına karşı şiddet” hızla tırmanıyor.

Toplumun bünyesine zıt “batı kaynaklı” uygulamaları dayatmanın sonucu olarak, kadına şiddet olaylarında feci tırmanış kaydediliyor.

Adli kayıtlara göre, 2011’de 121 olan kadın cinayetleri sayısı, 2012’de 210’a, 2013’te 237’ye çıkıyor…

Sonrası;

2014: 294

2015: 303

2016:328

2017: 408

2018: 440

2019: 474.

Batı’nın bize “kilitlemesinden” bu yana kadın cinayetlerinde sürekli olarak artış görülüyor yani.

Öte yandan, şunu da ilâve edelim ki, kadın cinayetleri bize bu düzenlemeleri kilitleyen batı ülkelerinde çok daha fazla!..

Ne yazık ki bizde de artış var ve başka alanlarda da artış…

Allah korusun:

İktidar, “tek şef zihniyeti”nin eline geçecek olursa…

“Eşcinsel evliliklerin yasallaştırılması” gündeme getirilir…

Buna dayanak olarak da…

“Bu dönemde” uygulamaya geçirilmiş Batı menşeli düzenlemeler gösterilir!

Şimdi…

Benim bu yazıda esas olarak üzerinde durmak istediğim meseleye geleyim:

Bugünlerde…

Hayli vakittir, muhafazakâr medyada, aileye sahip çıkma hassasiyeti olan “aydın takımı”nda İstanbul Sözleşmesi’ne ve Onu daha da “ifsad” anlamında daha da ileriye taşıyan kanuni düzenlemelere büyük tepki var.

Düzenlemelerin bize kilitlenmesinin üzerinden yaklaşık 10 yıl geçmiş, hasarın ne kadar büyük olduğu görülmüş durumda.

Bu bilinç ile hareket eden “hassas aydınlarımız”ın bir bölümü “tehlikeye” dikkat çekiyor.

Bunu yapmakla da çok iyi ediyor.

Ailenin bunca hasara uğramasına rağmen, sırf “birileri rahatsız olmasın” diye bu konulara girmeyen “sözde maneviyatçı” niceleri varken, konuya dikkat çekme gayretinde olanları takdir etmemek elbette doğru olmaz.

Ancak…

Bu noktada, işin içine kendimizi de katarak şu soruları gündeme getirebiliriz değil mi?:

“Batı, Memleketin, ailenin altına böylesine büyük dinamitler döşetirken…

Bu alenen yapılırken…

Bunları yakından takip etme ve vaktinde uyarma vazisiyle yüklü bulunan ‘hassas aydın’larımız ne yapıyorlardı?

Olandan bitenden habersiz miydiler?

Niçin o günlerde karşı çıkmadılar?”

Bu sorulara herkes kendi vicdanında cevap bulabilir.

Meselenin bana düşen boyutunda, “mazeret” olarak kabul edilemeyecek bir vaziyet var:

“Gösterilen gündeme o kadar dalmış o kadar dalmış, kısır tartışmalara öyle odaklanmış, öyle odaklanmıştım ki…

Gündemin tozu bulutu arasında öyle bir kalmıştım ki…

Batı’nın bize oynadığı oyunu vaktinde göremedim!”

İşte bu.

Aslında…

Efendim…

Mesele çok daha büyük bir mesele.

Mesele, her zaman belirttiğim “kültürel iktidar” meselesi.

Eğer…

“Bu camia”nın maddî imkânları genişlemiş cenahı…

Eğitim ve kültür işlerinde bu kadar yaya kalmamış olsaydı…

Toprağın üstüne “bina dikme” işleriyle ilgilendiğinin yarısı kadar bu işlerle ilgilenmiş olsaydı.

İhtisaslaşmaya, mikro ihtisaslaşmaya kaynak ayırmış olsaydı…

Eminim ki, bu konularda çok daha önce tavır alınabilirdi.

Koca bir camia, siyasetçisiyle, bürokratıyla, akademisyeniyle, sivil toplumcusuyla ve gazetecisiyle “eğitim işlerinin iyi gitmediğinden” şikâyet eder durur da…

Bu alanda kim ne kadar yatırım yapar?

Dersliklerden, akıllı tahtalardan, ne işe yaradıkları meçhul tabletlerden” vesaire bahsetmiyorum.

İnsandan bahsediyorum, insandan!..

İnsana ne kadar yatırım yaptık?

Bugün hepimiz şikâyetçiyiz de sıkıntılardan, bu sıkıntıların meydana gelmemesi için üzerimize düşenin ne kadarını yaptık?

Gençlerimizin ihtisaslaşmaları için ne kadar yol açıcı olduk?

Konularına hâkim, (her konuda biraz lâf edebilen değil, bir konuyu en ince ayrıntılarına kadar bilen) kaç uzman yetiştirdik?

Yok efendim yok, “muhafazakâr” kodlar böyledir , altına gireceği toprağın üstüne yatırım üstüne yatırım yaparken…

İnsana, insan beynine, insan idrakine, tefekkürüne, ihtisaslaşmasına yatırım yapmayı “israf” addeder.

Sürekli “rızık korkusu” vardır, kendisini “garantiye almak” isterken, yarınını tüketir!..

Sonra…

Sonra…

Batı, ailenin altına dinamitler döşetir…

Sonra sonra…

Evlenme oranları iyice azalır, boşanmalar patlar…

Sonra sonra…

Aile bitme noktasına gelir…

Sonra sonra…

Birileri, tehlikenin iyice kapıya dayandığını gördüğünde harekete geçer…

Birileri de, “küçük dünyevî hesaplarla”, “hâlâ” sessiz kalmaya devam eder.

Sonra sonra…

Günün birinde toplanırsın bir yerde…

Ve, Merhum Beyatlı’dan şiirimiz dillerde:

“Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik,

Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik.”