Bir yol bulmak
Seyahat
göl olmayı bir süreliğine terk edip, ırmaklaşarak deniz olmaya doğru bir
hareketliliğe benziyor. Su yolunu önceden planlamıyor. Belki sadece birkaç
merkez uğrak mekânı. Kalanı safça akış. Yorulduğunda ve acıktığında biraz
durup, sonra ilerlemek. Ki biz ona namaz molası deriz. Namaz da mola sayılır,
ruhsal yolculuklarda. Dura dura ilerlemek, durup bir ne yapıyor, gerçekten
ilerliyor mu, yoksa gerisin geriye geriliyor muyum diye gidişatı bir gözden
geçirmek gibidir ya. Onun gibi…
Mukim/yerleşik
olmanın, kalıp bir şeyler yapmaya başlamanın, üretmenin ve gelişimin toprağı
olduğu malum. Fakat araya yolculuklar koymak, göçüp gidiyor olma duygusunu
katmak gerekiyor. Daima aynı yerde, aynı şeyleri yapmak, hayatını hiç değişmeyen
tekrarlara çakmak, sıradanlığı tartışmasız ilkeleri yaşar gibi yaşamak, durup
“Ben ne yapıyorum?” demeden otomatikleşmek ve sonra tabii ki “Neden yapıyorum?”
diyememek zor. Nedenleri kaybetmek sonuçları da kaybettiriyor. Büsbütün
nedensizliğin, hayatlarımızı sonuçsuzluğa götürüp koyduğu malum. Amacımız,
hedefimiz bizim has yoldaşımız. Her durduğumuzda onunla aramızın nasıl
olduğunun yoklamasını yaparız aslında. Amacımızı kaybettiğimizde anlamımızı da
yitirmişle beraber oluruz. Boşluk gelir tam içimize yerleşir. Yolu kat
edemeyişimizin biricik sebebi. Boşluk ağırdır. Yerleştiği ruhun hamalını güçten
düşürür. Enerji bükücü bir şey. Yutucu, yok edici…
Her
durduğumuzda yolun sonu, daima ilerlememizin yolu ve yollarını ve sonsuzluğun
tadını düşünürüz. Her yol alışımızı biraz açık, daha çok gizli planlarız.
Aslında toplamda nereye gidiyor olduğumuzun farkındayızdır. Nereye varacak
olduğumuzun… Bu bizim hiç plan yapmamış gibi davranışımız yolun bize
sürprizlerle varmasını sağlamak içindir. Hakikaten hesapsızlık kadar güzel bir
şey yok. Kitabınız var nasılsa…
Yani
en temelde ille de belli bir çerçeveniz var. Olabilecek en özgür ilkeler ile
çizilen büyük bir anlam evreniniz zaten var. Dolayısıyla iki de bir kendinizi
sıkmanıza, öylece çakılıp kalmanıza, donmanıza, çürümeye varmanıza ne lüzum
var? Hesapsızlığın güzelliği ise ara sıra güzergahınızdan sapmalarda saklı. Ana
güzergahı kaybetmeden girip çıktığınız her hesapsız sapmalar beklenmedik
sürprizlerle dolu olabiliyor.
Yan
yollar, yeni yollar, açılmış, belirlenmiş, çizilmiş ana yollardan daha ileri
götürüyor. Şöyle bir şey oluyor. “Ancak buradan gidebilirsin!” emri vakisini es
geçtiğiniz bir yol tabelası yapıyorsunuz. İçiniz biraz cız ediyor. Çünkü insan
konfor alanını kaybettiğinde annesini AVM de kaybetmiş küçük bir çocuğa
benziyor. Sonra ne olacaksa olsun, yeni, değişik bir şeyler olsunlar başlıyor.
Ve gerçekten de oluyor. Bütün özgünlük önceden orada bir yol yokmuş gibi duran,
biraz dar ilerleyen, temkinlerinize, endişelerinize, -ya kötü bir şey olursa-
larınıza sürterek, onların üstünü biraz çizen çalı çırpı dikenlerle beraber
ilerlemekte saklı. Sanki kendinize özel bir yeni yol açmış oluyorsunuz.
Sanki
ayaklarınızı yeni fark ediyorsunuz. Sizinle yol alan araba da mutlu bu
keşiften. Farklı toprakların tozu, çiçeği, meyvesi ve yaşanmışlığıyla süslenmiş
bir araba olarak diğerlerinden ayrılıyor. Makine bile size âşık oluyor, farklı
ve plansız yolculuktan dolayı. Bütün hücreleriyle tasarruf edilmişliğine
teşekkür ediyor. Hep aynı caddelerde aynı şeyleri yaşamaktan ve park yerlerinde
pineklemekten nefret etmiş haldeyken sizin onu alıp nerelere götürmenize
bayılıyor. Onun tek ihtiyacı ve bakımı serviste değil.
Var
ediliş amacını olabilen en üst düzeyde gerçekleştirmede yatıyor. Üst düzey ise
farklılıkta, daha önce yapılmamış şeylerde saklı. El değmemiş tecrübeler orada
burada, daha çok belirlenmemiş güzergahlarda, gidilmemiş yollarda, girilmemiş,
saklı mekanlarda seni beni bekliyor.
"Konfor alanı" denilen şey; değişken olmakla beraber, maddi veya manevi, yaşamı kolaylaştırdığı sanılarak özgür gelişimi durduran, yol almayı bitiren bir tutukevinden farksız... Ve tutuklularını uzun vadeli cazip bir intiharla yavaş yavaş öldürüyor. Hem de kaliteli yaşam yalanıyla.
Bütün bu düşünceleri Toroslar’da estirdim. Ege ve Akdeniz’in sımsıcaklığı ve içtenliğine biraz dağ rüzgarı, arı gayreti, bal kokusu, çayır çimen, yolda tintinleyen bir yavru tilki, biraz gül açmış diken, limonlaşmış erik, sertleşmiş badem, oldum olmadım kirazla vişne ekledim. Mesela İbradı, Ormana’da günlerce takip ettiği koca balığı yakalamış ve evladı için dolaba saklayan kadınla tanıştım. Kimlerle selamlaştım. Hangi yaşam gelenekleriyle oturup halleştim, hangi farklı kültürlerde çayımı yudumladım kim bilir. Bir O bilir. O demişken, sanki “Ol!” emrini ben “Yol!” anlamışım gibi davrandığım Var’ım! Varlıklı oluşumun tek nedeni.
Seyahatle, hayatı yürütme, yaşamın ilerlemesi, yol almayı eşleştirmeye çalıştığım bu yazıda aslında sizler karşımda olmalıydınız. Biz bunu karşılıklı konuşmalıydık. Bu yazı sanki sizin tecrübelerinizin eksikliğini açık ediyor tarzda. Biraz yarım. Sizin yüzünüzden.
Tek başına kim olduklarını tam bilmediği muhataplarına anlatmanın yolu yazmaktan önce konuşmaktan geçiyordu. Ben yazmadım aslında. Ben sizinle konuştum.
(Bu seyahat çok az bir maddiyat, daha çok huzurla gerçekleştirilmiştir. Kıpırdamak için yol parası bulunamayan, kalabalıkların bırakın tatili, memleketlerine bile gidemediği böyle bir zamanda ufak bir birikimle yapılmıştır. Hürmetle…)