Bir yanımız hüzün bir yanımız umut
Hafta içi bir grup ilim adamı ve kanaat önderi ile birlikte deprem bölgesinde idik… UMAD
(Uluslararası Müslüman Âlimler Dayanışma Derneği) heyeti ve dünya Müslüman Âlimler
Birliğini temsilen Türkiye'ye gelen misafirlerle birlikte bir dizi ziyaretimiz oldu...
Bizi derinden sarsan bu deprem bölgesi ziyaretinde ortak tespitimiz şu oldu;
depremi, okuduğumuz haberler, gördüğümüz fotoğraflar, izlediğimiz görüntüler üzerinden
değerlendirmek ve anlamak asla yeterli değil...
Can pazarı, canhıraş çabalar... Enkazların altında son nefesini veren canlar...
Şimdi daha iyi anlıyor ki; bir depremlik, bir virüslük, bir nefeslik canımız var...
Tuttuğumuz her nefesin bizim için ölüm olduğunu daha derinden hissediyoruz...
Yaratan, nefes mucizesini burnumuzun ucuna koyuvermiş…
Sıkışmışlıklar, daralmışlıklar içinde çırpınan insanlar…
İnsan cesetleri önünde insan olma sınavımızı hatırlıyoruz…
Kendimizle yüzleşiyoruz...
Bu ağır ve acı musibetin altından nasıl kalkarız?
Büyük sarsıntıyla birlikte yeni bir yol ayrımındayız...
Umarım deprem dalgasından daha büyük bir insaniyet ve merhamet dalgası oluştu...
Bu ağır ayet sanıyorum bizi onaracak; yaralı bilincimizi, dağınık birliğimizi, belirsiz
geleceğimizi, iyilik damarımızı, vicdani derinliğimizi toparlayacak…
Aşkınlık inancı ile bu zor günleri aşacağız... Yeter ki depremler, salgınlar, yangınlar, seller
bize ne söylüyor kulak verebilelim...
Gezdiğimiz yerlerde şuna şahit olduk...
Enkazın altında kalan kardeşlerini kurtarmak için enkazın üstünde etten örülmüş bir kardeşlik
duvarı gördüm...
Yıkılan hanelerimiz çoktu ancak dimdik ayakta olan, yıkılmayan ortak bir irade, ortak bir
azim, ortak bir ruh vardı…
Bir yanımız hüzün olsa da diğer yanımız umuttu…
İç ihtilaflar, itirazlar, ihtiraslar gitmiş yerini ortak iyilik ve ortak idealler almıştı...
Taassup, tefrika, tartışma durmuş hayırlarda yarış hız kazanmıştı...
Afet günlerinde rahmet ve vahdet esintilerini soluyorduk...
Beton kütleler üstümüze devrilmişti, bir kıyamet aşısı yaşamıştık ancak kardeşliğin yeniden
diriliş sinyallerine tanıklık ediyorduk…
Gördük ki toprağımız sarsıldı, fakat inancımız, irademiz, ideallerimiz sarsılmadı…
İnsanlarımız savrulmadı… Birbirlerine sahiplendiler, sarıldılar saflarını sıklaştırdılar…
Umarım bu güzel tablo, felaket günleri ile sınırlı kalmaz...
İş başa düşünce, duyarlı Müslümanlar anında “haydi iş başına” dediler…
Bugün şu gerçeği yeniden gördük;
İnsan insanın yurdudur…
İnsan insanın umududur…
İnsan insanın şifasıdır…
Bu musibetler bize yeni mesuliyetler sundu… Umutları diri tutmayı öğretti… Kardeşlik ve
insanlık borcumuzu ödemeyi hatırlattı…
Buruk, kırık yıkık kalpleri yeniden onarmayı, manevi bağışıklığımızı güçlendirmeyi
gündemimize taşıdı…
Ve daha iyi anladık ki, toz pembe bir dünya yok, her taraf toz duman… Zor günlerden
geçiyoruz...
Zor günlerde vaaz etmenin, edebi cümleler kurmanın zamanı değil... Bugün biz susalım,
iyiliklerimiz, insanlığımız konuşsun...
Bir konuşan değil bir koşuşturan olalım...
Adıyaman'ın Acıyaman olduğunu gördükten sonra… Pazarcık’ta can pazarına tanıklık
ettikten sonra… Kahramanmaraş'ın kahrı ile kahrolduktan sonra kesinlikle hayata Hatay
penceresinden bakmamız gerektiğini düşünüyorum...
Depremler bizi yıkmaz, değerlerimizle dik duruşumuzu sürdürdüğümüz sürece…
Şimdi derin bir muhasebe, aktif bir tevekkül, toplu bir tevbe vaktidir...
Tüm analizlerimizi Allah'ı hesaba katarak yapacağız...
Tabii ki daha temkinli, daha tedbirli ve daha tevekküllü…
Bütün deprem ve depresyonları kaldırabilecek potansiyeliniz var, yeter ki harekete geçelim...
“Bugün bize düşen görev nedir?” bilinci ile yola düşelim…
Geçici bir dünyanın göçebesi olan bizler, sonsuz geleceğe lütfen gecikmeyelim…
Olup bitenleri izlemekle kalmayalım iz bırakalım…
Kevni afetleri/ayetleri ibret nazarı ile dikkatle okuyalım…