Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
20 Haziran 2024

​Bir Yahudi dünyaya bedeldir

Dünyanın sonunun geldiğini anlamak için dünyanın sonunun geldiğini bildiren bir habere mi ihtiyaç var? İnsanlık alemi olarak hep birlikte, her sabah uyandığımızda elimize bir kıyamet ilamı tutuşturulmasını mı bekliyoruz? Günün birinde, bir haberci elimize bir kağıt tutuşturacak ve dünyanın sonu geldi mi diyecek? O güne kadar hepimiz, bulunduğumuz yerden, yaptığımız işleri sürdürerek, gözümüzün önünde, göz göre göre bir ulus, Filistin ulusu yok edilmesine rağmen, hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam mı edeceğiz? Sonra da kendimizi insan olduğumuza ikna etmek için zaten istesek de elimizden hiçbir şey gelmeyeceğine yönelik meşrulaştırma monologları mı kuracağız? Bu ikiyüzlülükle, bu nobranlık, bu kendini bilmezlik, bu alıklık, bu kitlesel uyuşuklukla hem de bireysel çıkarlarımıza dokunulmadığı için ve sürece kendi kendimize birkaç kişilik hayatlarımızın gerçekten de keyifli geçtiğini mi söyleyeceğiz?

Burnumuzun dibinde insanlar katledilirken, evleri başlarına yıkılır, duyguları talan edilir, inançları yere kapaklanırken hala ve insan olarak, insan kimliğiyle yaşadığımızı, hem de kaliteli bir hayatımız olduğunu mu fısıldayacağız doğaya? Biz ne zaman böyle olduk, biz ne vakittir çocuk ölümleri mahallesinden yüzümüzü bile buruşturmadan geçerek hergünkü oyunlarımızı kaygısız ve vicdan azabı çekmeden oynamaya devam eden mahluklara dönüştük? Bir zamanlar, bir mahalle kavgasının arasına girmediğinde vicdanı sızlayan bizler, son teknoloji silahlarla donanmış koca koca askerler ile onların hedef gözeterek öldürdüğü masum çocukların arasına girmeye cesaret gösteremiyoruz ve yine de hayatımıza insan kalarak devam ediyoruz öyle mi?

İki dünya savaşı öncesi, esnası ve hemen sonrasında Almanya’dan başlayıp bütün dünyanın diline pelesenk olan bir aforizma vardı: Bir Alman dünyaya bedeldir. Bir Fransız, bir İtalyan, bir Türk dünyaya bedeldir. Her ulus, kendi kitlesel moralini yüksekte tutmak ve savaş ortamında psikolojisini güçlü kılmak için bu içi boş sözleri atmosfere pompalar, insanlar da buna inanır veya inanmış gibi görünürdü. Birkaç nesil böylece avutuldu. Asaletin, erdemin, insan olmanın ve kalmanın garantisi kitleleri bu tarz sözler üzerinden uyuşturmakmışçasına her devlet vatandaşına yönelik benzeri sözleri söyledi, söyletti. O gün bugündür söylemek ile yapmak arasındaki mesafe açıldıkça açıldı. Belki birkaç uzak doğu ülkesi hariç her devlet, asaletini çalışmaktan, dürüstlükten, adaletten, merhametten değil; mevcud olduğu kandan ibaret olduğunu söyledi ve göz göre köre nesiller kirlendi, asli kimliğinden uzaklaştı. Milliyetçilikler bir taraftan mikro milliyetçiliklere evrildi, diğer taraftan da özellikle Türkiye gibi az gelişmiş ülkelerde kitlesel bir duyarlılığın atmosferi oldu. Değerlerin içeriği boşaltılırken de gündelik yaşam standardı düştükçe de zihinler büzüşür, duygular taşlaşırken de hep aynı söylem yürürlüğe kondu, dolaşıma sunuldu: Biz asil bir milletiz. Herbir devlet, kendi sınırları içindeki insanları onların dünyanın en seçkin toplulukları olduklarına inandırarak onlardaki meziyetleri şırıngayla çekti. İçinde devasa bir bencillik ve kibrin barındığı bu tarz söylemler; her türlü aşağılamanın, ötekileştirmenin, kepazeliğin, değer yitiminin, arsızlığın, hırsızlığın, haksızlığın üstünü örtmek için kullanıldı. Yine bu yolla inançların yaşamla bağı kopartıldı, ideolojiler çağ dışı ilan edilerek hayatın dışına atıldı ve küçük bir entelektüel azınlığın ağzındaki sakız gibi değersizleştirildi. Büyük söylemler hızlıca geriye çekilirken büyük sözler dünyanın ufkunu kapattı. Ufuklar kapandıkça; bakış açıları daralıp hayatın künhüne yönelik tasarruflar yüzeyselleştikçe aptallar hayata daha çok hükmetmeye, aptallık hayatın vazgeçilmez ölçütüne dönüştü. Günümüzde artık en iyilerin, en doğruların, en erdemlilerin, en zekilerin sevk ve idare ettiği bir sistem ve siyasetten ziyade, arsızların, hırsızların, bugün söylediğini öteki gün inkar eden, bir dediği ötekini tutmayan, sayısız çelişkilerle yolan alan, hatta bu çelişkilerden beslenen, insanlıktan nasibini almamış kabasaba güruhların egemen olduğu sistem ve siyasetler ile onların ceberrut hegemonyası yürürlüktedir. Kitlesel övgü mekanizması kendi sefahatini örtmenin ve övgüye mazhar kılınanın sefaletini normalleştirmenin mutlak aracına dönüşmüştür.

Bütün bunlardan sonra kitlesel övgüyü en çok hak edenlerin gerçekte kimler olduğu kendiliğinden anlaşılır. Çünkü onlar tek bir vatandaşlarının burnu kanadığında burun kırıcılar, tek bir parmakları ezildiğinde el, ayak kırıcılardır. Dünyanın sahibi de ezeli ve ebedi hükümranı da onlardır. Onlar Amerika Birleşik Devletleri’dir, İngiltere’dir, Fransa’dır, İsrail’dir. Onların kanı diğerlerinden daha mavidir, onların nefesi diğerlerinden daha kıymetlidir, onların tenleri diğerlerinden daha taze, hayatları diğerlerinden daha asildir. Onlar ecelleriyle ölmeyi, diğerleri vurularak ölmeyi hak etmektedirler. Onlar sayfiyelerde yaşamayı, diğerleri çadırlarda veya konteynırlarda yaşamayı hak etmektedirler. Bir Amerikalı dünyaya bedeldir dendiğinde bunun pratikte bir karşılığı vardır çünkü. Bir İngiliz, bir Fransız dendiğinde de… Ve bugün görüyoruz ki, her vesileyle görüyoruz ki bir Yahudi dünyaya bedeldir. Bir Yahudi için yüzlerce Filistinli öldürülebilir, bir Yahudi için dünyanın tamamı gözden çıkarılabilir. Dünyanın geriye kalanı ise büyük oranda ihtiyaçlarının kölesi olarak, ihtiyaçlarının asgari karşılanmasının bedeli olarak susma ve suya sabuna dokunmayan yürüyüşler yapma hakkını kullanacaktır. Bu ihtiyaçların dışında, ötesinde her hangi bir söylem geliştirmek, söz söylemek, yapmak, yazmak, eyleme dökmek elbette yasaktır ve bunu yapanlar yaptıkları anda daha Yahudi devletinin terörüne muhatap olmadan önce kendi devletleri tarafından cezalandırılır. Sonrası malum: Zulüm, zalimler yorulana veya zulmedecek hiçbir şey kalmayana kadar devam eder.