Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
27 Aralık 2022

Bir vatan ancak Âkif kadar sevilebilir

Millî Mücadele savaşı sonuç vermiş, memleket üzerindeki kara bulutlar dağılarak ortalık aydınlanmaya başlamıştır. Ne hazindir ki, “Bırak ihanet tam anlımdan vursun beni, / İsterse karanlık zindanlarda boğsun, / Eğer ölümüm yaşatacaksa Devleti, / Bu canı koruyan nefse yazıklar olsun...” diyerek duasında kendini unutan Âkif, bu dönemde büyük bir hayal kırıklığına uğrar. Âkif için artık suskunluk dönemi başlamıştır. Yani isyanı da imanı gibi mukaddestir.

Âkif, bir “hain” gibi takip edilmeyi hazmedemediği için ülkesini terk etme kararı alır. Yaşananlar karşısında her geçen gün biraz daha kırılan Âkif, incinmişliğini dindirmek amacıyla 1925 yılının Ekim ayında Mısır Hidivi Abbas Halim Paşa’nın davetine uyarak ailesi ile birlikte Mısır’a yerleşir.

Ancak Mısır’a gittikten sonra da durum Âkif için pek değişmez. Polis hafiyeleri, adım adım takip ettikleri Âkif’in nerelere gittiği ve kimlerle görüştüğüne dair tuttukları raporları Ankara’ya göndermeye devam eder.

ÂKİF ÖMRÜNÜ ÜÇ KUTSİYETE VAKFETTİ

Âkif, Safahat’ın yedinci kitabı olan “Gölgeler”i Mısır’da tamamlar. Bu kitaptaki şiirlerinde yaşadığı kırgınlığı, vatan hasretini aktarır. Şiirler eski harflerle basıldığı ve “muhteviyatının irticai propagandalarla dolu” olduğu bahanesiyle gümrükte tutularak Türkiye’ye girişi engellenir.

1926 yılında annesi Emine Şerife hanım 90 yaşında vefat eder. Âkif, bu yılın Ocak ayında Kur’an tercümesi için çalışmaya başlar. Mısır’da kaldığı 11 yıl boyunca “Ehramlara, Firavun heykellerine, sfenkslere bakıp hayatın faniliğini idrak ve varlığın esrarını aramak” için âdeta inzivâya çekilir. Kalabalıklardan kaçar, yalnız bir adama dönüşür. Dehanın beşiği yalnızlıktır. Bu yalnızlıkların en fecisi ise kalabalıklar arasında olanıdır.

Kahire’nin çevre semti Helvan’da yaşayan Kur’an Şairi Hafız Âkif, meal ile meşgul olduğu bu dönemi “benim Helvan itikâfım” diye tarif eder. Sükût ve sükunetle ömrünü üç kutsiyete vakfeder: Beş vakit namaz, tercüme ettiği Kur’an ve tercümeden yoruldukça okuduğu Mesnevi.

Hastalığı ilerlemesine rağmen kemâl-i ihlâsla çalışarak hazırladığı Kur’an tercümesini İstanbul’a dönmeden hemen önce Yozgatlı İhsan Efendi’ye şu vasiyetle teslim eder: “Ben sağ olur da gelirsem noksanlarını ikmal eder, ondan sonra neşrederiz. Şayet ölür de gelmezsem bunu yakarsın.” (Âkif bir daha Mısır’a dönemeyecek, vasiyet ise yerine getirilmeyecektir.)

11 YIL ARADAN SONRA VATANINA DÖNDÜ

Ömrünün 11 yılını Mısır’da geçiren Mehmed Âkif Ersoy hastalığı ilerleyince sanki hayatının son devrelerini yaşadığını hissedip, vatanına dönmek arzusunu göstererek eşi İsmet hanım ile birlikte 1936 yılında İstanbul’a avdete karar verir.

Mısır’dan deniz yoluyla İstanbul’a dönerken güvertesinde bulunduğu vapur Çanakkale’den geçerken ve İstanbul’un camilerini görünce gözyaşlarını tutamaz. 17 Haziran 1936 Çarşamba günü İstanbul Galata Rıhtımı’nda yakınları ve birkaç dostu tarafından karşılanan Âkif, Abbas Halim Paşa’nın kızı Emine Abbas Halim’in ısrarı üzerine önce Maçka’daki evine misafir olur. Cennet vatanın hasreti ile yanan Âkif, İstanbul’a ayak bastıktan kısa bir süre sonra rahatsızlanır. İki yıl önce vefat eden dostu merhum Abbas Halim Paşa’nın kızı Emine Hanım’ın girişimiyle Şişli Sıhhat Yurdu’nda tedavi altına alınır. Vatanına kavuşmanın sevincini bihakkın yaşayamadan “her nefis ölümü tadacaktır” emri kendini günden güne hissettirmeye başlar.

Hiçbir güç karşısında yenilmeyen, eğilmeyen bu mücadele heykeli ruhen yine dimdik ve iman dolu, fakat artık vücudu bu azim ve iman mücahidini taşımakta zorlanmaktadır. Milletine İstiklâl Marşı’yla millî his, millî heyecan ve millî şiir duygusunu hediye eden büyük şair bitkin, fersiz, neşesizdir. Günün birinde sessiz sedasız yola revan olarak vatan ufuklarını aşan şair Âkif, tam 11 yıl süren bu uzun seferin sonunda, Şişli Sıhhat Yurdu’ndaki hastane odasının bembeyaz bir yatağında solgun, mecalsiz ve bîtab bir şekilde yatmaktadır.

ÇİLEYLE YOĞRULMUŞ 63 YILLIK ÖMÜR SON BULDU

İstiklâl Marşı ve Safahat şâiri, yazar, mütercim, İstanbul Dârülfünûnu Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi, Birinci Büyük Millet Meclisi Burdur Mebusu, Millî Mücadele’nin mânevî lideri, Kahire Üniversitesi Türkçe Muallimi, Baytar, Fikir, Âhlâk ve Dâvâ adamımız Mehmed Âkif Ersoy bu ifadelerini tarihe not düştükten 5 ay 27 gün sonra durumu daha da kötüleşerek mukîm bulunduğu Taksim Mısır Apartmanı’nda 27 Aralık 1936 Pazar günü, gecenin gündüzü örttüğü saatlerde son nefesini vererek vuslata erer. Çanakkale’nin Bayramiç’inde 1873 tarihinde gözlerine hayata açan Mehmed Âkif, 63 yıllık hayatını tamamlayarak ebediyete irtihâl eder.

Âkif’in vefatıyla kara haber dalga dalga İstanbul sokaklarına yayılırken, Beyazıt’da vukû bulan gelişmeleri yakın dostlarından Mithat Cemal Kuntay tarihe şöyle not düşer:

“Cenaze Beyazıd’dan kalkacak. Oraya gittim. Kimseler yok; bir cenazenin geleceği belli değil. Çok sonra birkaç kişi göründü biraz sonra çıplak bir tabut geldi. ‘Bir fukara cenazesi olmalı’ dedim. O anda Emin Efendi Lokantası’nın sahibi Mahir Usta, elinde bir bayrakla cenazeye koştu. Sebebini anlamadım. Yine o anda yüzlerce genç peyda oldu. Üniversitenin büyük sancağına çıplak tabutu sardılar. Ellerimi yüzüme kapadım. Cenazeyi tanımıştım.”

Mütevazı bir tabut içinde bir arabayla Beyazıt’a getirilen cenaze için çoğunluğu üniversite öğrencilerinden oluşan büyük bir kalabalık toplanır. Kalabalık, üzerine bayrak ve Kâbe örtüsü serdikleri cenazeyi Beyazıt’tan Edirnekapı’ya kadar eller üstünde taşır. Bu dünyada garip yaşayıp, garip göçen Âkif, İstiklâl Marşı okunarak defnedilir.

*

İstiklâl ve istikbâl Şairimiz Mehmed Âkif Ersoy’un vuslatının üzerinden 86 yıl geçmesine rağmen yaşantısı ve eserleri hâlâ “Âsım’ın Nesli”nin ruhunu besliyor.

Ruhu şâd olsun.

***

KABRİNİ ÖĞRENCİLER YAPTIRDI

Dönemin basını Âkif’in hazîn ölüm haberine çok kısa yer verir. Ankara’dan gönderilen emirle üniversite ve resmi yetkililerin tören yapma ve cenazeye katılmaları engellenir.

Merhumun Kâbe örtüsü ve Türk bayrağına sarılı cenazesi İstiklâl Marşı’nı okuyan yüzlerce gencin tekbir sesi arasında dostu Babanzâde Ahmed Naîm’in yanına defnedilir. Bir toprak tümsekten ibaret olan mezarı, vefatının ikinci yılında üniversiteli gençlerin kendi aralarında topladıkları parayla yaptırılır.

Âkif’in kabri, yol inşaatı sebebi ile 1960 yılında Edirnekapı Şehitliği’ne nakil olunur. Bugün İstiklâl Şairimiz Mehmed Âkif Ersoy, sağında Süleyman Nazif, solunda ise Babanzâde Ahmed Naîm ile âlemi berzahta dostluğunu devam ettiriyor.

Mekânları Cennet, makâmları âlî olsun. Ruhlarına el-Fâtiha.