Bir vatan ancak Âkif kadar sevilebilir
Millî Mücadele savaşı sonuç vermiş,
memleket üzerindeki kara bulutlar dağılarak ortalık aydınlanmaya başlamıştır.
Ne hazindir ki, “Bırak ihanet tam anlımdan vursun beni, / İsterse karanlık
zindanlarda boğsun, / Eğer ölümüm yaşatacaksa Devleti, / Bu canı koruyan nefse
yazıklar olsun...” diyerek duasında kendini unutan Âkif, bu dönemde büyük bir
hayal kırıklığına uğrar. Âkif için artık suskunluk dönemi başlamıştır. Yani
isyanı da imanı gibi mukaddestir.
Âkif, bir “hain” gibi takip edilmeyi hazmedemediği için ülkesini terk etme
kararı alır. Yaşananlar karşısında her geçen gün biraz daha kırılan Âkif,
incinmişliğini dindirmek amacıyla 1925
yılının Ekim ayında Mısır Hidivi Abbas Halim Paşa’nın davetine uyarak ailesi
ile birlikte Mısır’a yerleşir.
Ancak Mısır’a gittikten sonra da durum
Âkif için pek değişmez. Polis hafiyeleri, adım adım takip ettikleri Âkif’in
nerelere gittiği ve kimlerle görüştüğüne dair tuttukları raporları Ankara’ya
göndermeye devam eder.
ÂKİF ÖMRÜNÜ ÜÇ KUTSİYETE VAKFETTİ
Âkif, Safahat’ın yedinci kitabı olan “Gölgeler”i Mısır’da tamamlar. Bu
kitaptaki şiirlerinde yaşadığı kırgınlığı, vatan hasretini aktarır. Şiirler
eski harflerle basıldığı ve “muhteviyatının
irticai propagandalarla dolu” olduğu bahanesiyle gümrükte tutularak
Türkiye’ye girişi engellenir.
1926 yılında annesi Emine Şerife hanım
90 yaşında vefat eder. Âkif, bu yılın Ocak ayında Kur’an tercümesi için
çalışmaya başlar. Mısır’da kaldığı 11 yıl boyunca “Ehramlara, Firavun heykellerine, sfenkslere bakıp hayatın faniliğini
idrak ve varlığın esrarını aramak” için âdeta inzivâya çekilir.
Kalabalıklardan kaçar, yalnız bir adama dönüşür. Dehanın beşiği yalnızlıktır.
Bu yalnızlıkların en fecisi ise kalabalıklar arasında olanıdır.
Kahire’nin çevre semti Helvan’da
yaşayan Kur’an Şairi Hafız Âkif, meal ile meşgul olduğu bu dönemi “benim Helvan itikâfım” diye tarif eder.
Sükût ve sükunetle ömrünü üç kutsiyete
vakfeder: Beş vakit namaz,
tercüme ettiği Kur’an ve tercümeden
yoruldukça okuduğu Mesnevi.
Hastalığı ilerlemesine rağmen kemâl-i
ihlâsla çalışarak hazırladığı Kur’an tercümesini İstanbul’a dönmeden hemen önce
Yozgatlı İhsan Efendi’ye şu vasiyetle teslim eder: “Ben sağ olur da gelirsem noksanlarını ikmal eder, ondan sonra
neşrederiz. Şayet ölür de gelmezsem bunu yakarsın.” (Âkif bir daha Mısır’a
dönemeyecek, vasiyet ise yerine getirilmeyecektir.)
11 YIL ARADAN SONRA VATANINA DÖNDÜ
Ömrünün 11 yılını Mısır’da geçiren
Mehmed Âkif Ersoy hastalığı ilerleyince sanki hayatının son devrelerini
yaşadığını hissedip, vatanına dönmek arzusunu göstererek eşi İsmet hanım ile
birlikte 1936 yılında İstanbul’a avdete karar verir.
Mısır’dan deniz yoluyla İstanbul’a
dönerken güvertesinde bulunduğu vapur Çanakkale’den geçerken ve İstanbul’un
camilerini görünce gözyaşlarını tutamaz. 17 Haziran 1936 Çarşamba günü İstanbul
Galata Rıhtımı’nda yakınları ve birkaç dostu tarafından karşılanan Âkif, Abbas
Halim Paşa’nın kızı Emine Abbas Halim’in ısrarı üzerine önce Maçka’daki evine
misafir olur. Cennet vatanın hasreti ile yanan Âkif, İstanbul’a ayak bastıktan
kısa bir süre sonra rahatsızlanır. İki yıl önce vefat eden dostu merhum Abbas
Halim Paşa’nın kızı Emine Hanım’ın girişimiyle Şişli Sıhhat Yurdu’nda tedavi altına alınır. Vatanına kavuşmanın
sevincini bihakkın yaşayamadan “her
nefis ölümü tadacaktır” emri kendini günden güne hissettirmeye başlar.
Hiçbir güç karşısında yenilmeyen,
eğilmeyen bu mücadele heykeli ruhen yine dimdik ve iman dolu, fakat artık
vücudu bu azim ve iman mücahidini taşımakta zorlanmaktadır. Milletine İstiklâl
Marşı’yla millî his, millî heyecan ve millî şiir duygusunu hediye eden büyük
şair bitkin, fersiz, neşesizdir. Günün birinde sessiz sedasız yola revan olarak
vatan ufuklarını aşan şair Âkif, tam 11 yıl süren bu uzun seferin sonunda, Şişli Sıhhat Yurdu’ndaki hastane
odasının bembeyaz bir yatağında solgun, mecalsiz ve bîtab bir şekilde
yatmaktadır.
ÇİLEYLE YOĞRULMUŞ 63 YILLIK ÖMÜR SON BULDU
İstiklâl Marşı ve Safahat şâiri,
yazar, mütercim, İstanbul Dârülfünûnu Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi, Birinci
Büyük Millet Meclisi Burdur Mebusu, Millî Mücadele’nin mânevî lideri, Kahire
Üniversitesi Türkçe Muallimi, Baytar, Fikir, Âhlâk ve Dâvâ adamımız Mehmed Âkif
Ersoy bu ifadelerini tarihe not düştükten 5 ay 27 gün sonra durumu daha da
kötüleşerek mukîm bulunduğu Taksim Mısır
Apartmanı’nda 27 Aralık 1936 Pazar günü, gecenin gündüzü örttüğü saatlerde
son nefesini vererek vuslata erer. Çanakkale’nin
Bayramiç’inde 1873 tarihinde gözlerine hayata açan Mehmed Âkif, 63 yıllık
hayatını tamamlayarak ebediyete irtihâl eder.
Âkif’in vefatıyla kara haber dalga
dalga İstanbul sokaklarına yayılırken, Beyazıt’da vukû bulan gelişmeleri yakın
dostlarından Mithat Cemal Kuntay
tarihe şöyle not düşer:
“Cenaze Beyazıd’dan kalkacak. Oraya
gittim. Kimseler yok; bir cenazenin geleceği belli değil. Çok sonra birkaç kişi
göründü biraz sonra çıplak bir tabut geldi. ‘Bir fukara cenazesi olmalı’ dedim. O anda Emin Efendi Lokantası’nın
sahibi Mahir Usta, elinde bir bayrakla cenazeye koştu. Sebebini anlamadım. Yine
o anda yüzlerce genç peyda oldu. Üniversitenin büyük sancağına çıplak tabutu
sardılar. Ellerimi yüzüme kapadım. Cenazeyi tanımıştım.”
Mütevazı bir tabut içinde bir arabayla
Beyazıt’a getirilen cenaze için çoğunluğu üniversite öğrencilerinden oluşan büyük bir kalabalık toplanır. Kalabalık, üzerine bayrak ve Kâbe örtüsü serdikleri
cenazeyi Beyazıt’tan Edirnekapı’ya kadar eller üstünde taşır. Bu dünyada garip
yaşayıp, garip göçen Âkif, İstiklâl Marşı okunarak defnedilir.
*
İstiklâl ve istikbâl Şairimiz Mehmed
Âkif Ersoy’un vuslatının üzerinden 86 yıl geçmesine rağmen yaşantısı ve
eserleri hâlâ “Âsım’ın Nesli”nin
ruhunu besliyor.
Ruhu şâd olsun.
***
KABRİNİ ÖĞRENCİLER YAPTIRDI
Dönemin basını Âkif’in hazîn ölüm
haberine çok kısa yer verir. Ankara’dan gönderilen emirle üniversite ve resmi
yetkililerin tören yapma ve cenazeye katılmaları engellenir.
Merhumun Kâbe örtüsü ve Türk bayrağına
sarılı cenazesi İstiklâl Marşı’nı okuyan yüzlerce gencin tekbir sesi arasında
dostu Babanzâde Ahmed Naîm’in yanına defnedilir. Bir toprak tümsekten ibaret
olan mezarı, vefatının ikinci yılında üniversiteli gençlerin kendi aralarında
topladıkları parayla yaptırılır.
Âkif’in kabri, yol inşaatı sebebi ile
1960 yılında Edirnekapı Şehitliği’ne nakil olunur. Bugün İstiklâl Şairimiz Mehmed Âkif Ersoy, sağında Süleyman Nazif, solunda ise Babanzâde Ahmed Naîm ile âlemi berzahta
dostluğunu devam ettiriyor.
Mekânları Cennet, makâmları âlî olsun.
Ruhlarına el-Fâtiha.