Dolar (USD)
32.55
Euro (EUR)
34.80
Gram Altın
2430.69
BIST 100
9645.02
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

24 May 2022

Bir ücretsiz akbil günüydü

İddia ne ki?

Siz bu söylediğinizin ne anlama geldiğini içinizde duyuyorsanız bitmiştir. Kendinize iddiadır. Kendin iddia et, kendin yenil mekânı değil mi bu dünya?

Efendim?

Değil mi?

Bir de öteki dünya mı var?

Doğru ya… Var!

Hepimiz “Kendime söz verdim!” cümlesini ağzımızı doldura doldura söylemez miyiz?

Bu, ilk başta en çok kendimizi ciddiye aldığımızı gösterir bir söz. Fakat en çok kendimize verdiğimiz sözlerden caydığımız malum. Nasılsa kendimize pek hesap sormayız. Kendimize yakınlığımızı suiistimal edebiliriz. Sorarsak cevabı verecek olan, bir iltimasla ne tür bir cevap olursa olsun kabul edecek olan da biziz. Nefis muhasebesi, kendinle hesaplaşma nadir insan için kayırmacılık yapmadan gerçekleşir. Çoğu vicdan çoğu zaman kendinin yandaşıdır.

İnsanın "iddiasından vurulacağı" söylenmiş.

Şairin bu sahnedeki sinematografisi şöyle: Başrol müthiş yaralıdır. Hayatını adadığı iddiaları bir bir onu, tıpkı Yeşilçam’da tekrar tekrar hayat bulmuş o meşhur sahnede olduğu gibi, “Bu benim için, bu benim için!” diyerek vurmuştur. Al sana, al sana şeklinde… Her iddia bir kurşun!

İdealize ettiği herşey, ayaklarına kapandığı kavramlar, kelimeler, hakikatten fazla hakikati kıldığı mecazlar, yaşama iner inmez birden yalan olan hakikatler akmaktadır ılık ılık hayalinden, hatırasından, gününden, anından...

Ömür farklı bir arınma biçimidir. Arınmaktan bile arınabilme ihtimalimiz yüksek vallahi! Bilirsek.

Elimde çay bunları düşünürken sokak uyandırdı beni.

Bak sokak ne de rahat akıyor.

İstanbul' un en güzel, en civcivli yerinde ısrarla karton bardakla çay istiyor bir kadın. O karton dedikçe ben de "cam bardak" diyorum. "Çok iyi yıkamıyorlar, gördüm ben!" diyor, kulağıma eğilip.

Kendilerini ispatladıkları konuyla geziyorlar evreni. Çoğu titizlik cinnetinden düşüyor "pis dünyaya"... İçimden “Hanımefendi sizin bakış açınız kirli” demek bile gelmiyor. Toplumu değiştirme çabama bu noktada üşeneceğim tutuyor. Gelsin pis bardakta mikroplu çay! Afiyetim olsun.

Daha fazla temizlik şovuna şahit olmamak, birazdan hangi deterjanın kadınları katarsise daha iyi ulaştıracağına dair vaaz dinlemek zorunda kalmamak için ilerliyorum.

"Su verim mi gız?" diyor 13 yaşında hovardalık istidadında bir "oğlan çocuğu" eğilip bana.

Başka biri diğerine Yeni Cami'yi Süleymaniye diye işaret ediyor, bilgiç bir sesle. Başka biri "Nereyi gezcez biz?" diye soruyor yanındakine. Belli ki herkes ücretsiz ulaşım gününü kutluyor kendince.

İstanbul önce dünyanın göçünü tıka basa taşırmış ve altta kalan- zaten İstanbul'da oturan taşrayı da kıyılarına devirmiş büyük bir kavanoza benziyor. Sudan kavanoz. Tuzlu sudan. Rengarenk şiveli mercimekler, kopmuş tespihler, o gün için akbili ücretsiz basmaktan başka hiç bir şeyi düşünmediği anlaşılan bahar sarhoşukalabalıklar. Geçim sarhoşu... Ya da geçimsizlik ayığı, bilemeyiz. Belli ki akşama kadar Meksika dalgası var İstanbul'da, cadde-sokak.

Korkunç zor bir gün ama hikaye toplamak için ideal. Ufacık bir menfaatin etkisindeki büyüklüğe bakılırsa ölçme değerlendirme sistematiğini alaşağı edecek halde.

Eve dönmeye çalışıyorum. Beni evime götürün. Omuzlarınızda taşıyarak ey kalabalıklar! Ey ömrümü verdiğim halkım.

İçlerinden biri metro girişinde yakaladı. Önce "Üniversite öğrencisiyim" dedi. Sokak hayvanları için çıkarılan dergiyi alırsam veya bir hayvan evi parası verirsem ve o da ne kadar çok dergi satar ve toplamış olursa burs almaya hak kazanacağını söyledi. İddiamdan furdu beni. Vurdu değil. Furdu. Bir yandan cüzdanı açarken gence sordum. "Hangi üniversite, bölümün?" "Açık üniversite." "Yani nasıl, çok mu açık? Açık öğretimde mi okuyorsun?" "Yok. Henüz okumuyorum." "E üniversiteöğrencisiyim dedin." " Öyle daha kolay oluyor anlatması, aslında üniversiteye açıktan hazırlanıyorum" dedi. Vermeyi düşündüğüm ve elimle çantamın içinde ulaşmaya çalıştığım elli lira her yalanda on on düşmeye başladı. "E yavrum neden yalan söylüyorsun ki... Bu yalan, yapmaya çalıştığın işin iyi olma özelliğini zedeliyor." "Haklısınız. Ama bu kadar ayrıntılı soran hiç olmuyor."

Sizi yormayacağım. Ben sordukça gencin bir yalanı daha ortaya çıkıyordu. Farklı, uçuk giyimli tırnaklarına siyah ojeleri bir güzel sürmeyi ihmal etmemiş bu erkek gence güvenmiş olmama gücenerek ayrıldım yanından. Maşallah çok akıcı bir yalancası vardı.

Yoruldum İstanbul’dan.

Eve gidip iddialarımı üstüme örterek erkenden uyuyacağım.