Bir ücretsiz akbil günüydü
İddia ne ki?
Siz bu söylediğinizin
ne anlama geldiğini içinizde duyuyorsanız bitmiştir. Kendinize iddiadır. Kendin
iddia et, kendin yenil mekânı değil mi bu dünya?
Efendim?
Değil mi?
Bir de öteki dünya mı
var?
Doğru ya… Var!
Hepimiz “Kendime söz
verdim!” cümlesini ağzımızı doldura doldura söylemez miyiz?
Bu, ilk başta en çok
kendimizi ciddiye aldığımızı gösterir bir söz. Fakat en çok kendimize
verdiğimiz sözlerden caydığımız malum. Nasılsa kendimize pek hesap sormayız.
Kendimize yakınlığımızı suiistimal edebiliriz. Sorarsak cevabı verecek olan,
bir iltimasla ne tür bir cevap olursa olsun kabul edecek olan da biziz. Nefis
muhasebesi, kendinle hesaplaşma nadir insan için kayırmacılık yapmadan
gerçekleşir. Çoğu vicdan çoğu zaman kendinin yandaşıdır.
İnsanın
"iddiasından vurulacağı" söylenmiş.
Şairin bu sahnedeki
sinematografisi şöyle: Başrol müthiş yaralıdır. Hayatını adadığı iddiaları bir
bir onu, tıpkı Yeşilçam’da tekrar tekrar hayat bulmuş o meşhur sahnede olduğu
gibi, “Bu benim için, bu benim için!” diyerek vurmuştur. Al sana, al sana
şeklinde… Her iddia bir kurşun!
İdealize ettiği
herşey, ayaklarına kapandığı kavramlar, kelimeler, hakikatten fazla hakikati kıldığı
mecazlar, yaşama iner inmez birden yalan olan hakikatler akmaktadır ılık ılık
hayalinden, hatırasından, gününden, anından...
Ömür farklı bir arınma
biçimidir. Arınmaktan bile arınabilme ihtimalimiz yüksek vallahi! Bilirsek.
Elimde çay bunları
düşünürken sokak uyandırdı beni.
Bak sokak ne de rahat
akıyor.
İstanbul' un en güzel,
en civcivli yerinde ısrarla karton bardakla çay istiyor bir kadın. O karton
dedikçe ben de "cam bardak" diyorum. "Çok iyi yıkamıyorlar,
gördüm ben!" diyor, kulağıma eğilip.
Kendilerini
ispatladıkları konuyla geziyorlar evreni. Çoğu titizlik cinnetinden düşüyor
"pis dünyaya"... İçimden “Hanımefendi sizin bakış açınız kirli” demek
bile gelmiyor. Toplumu değiştirme çabama bu noktada üşeneceğim tutuyor. Gelsin
pis bardakta mikroplu çay! Afiyetim olsun.
Daha fazla temizlik
şovuna şahit olmamak, birazdan hangi deterjanın kadınları katarsise daha iyi
ulaştıracağına dair vaaz dinlemek zorunda kalmamak için ilerliyorum.
"Su verim mi
gız?" diyor 13 yaşında hovardalık istidadında bir "oğlan çocuğu"
eğilip bana.
Başka biri diğerine
Yeni Cami'yi Süleymaniye diye işaret ediyor, bilgiç bir sesle. Başka biri
"Nereyi gezcez biz?" diye soruyor yanındakine. Belli ki herkes
ücretsiz ulaşım gününü kutluyor kendince.
İstanbul önce dünyanın
göçünü tıka basa taşırmış ve altta kalan- zaten İstanbul'da oturan taşrayı da
kıyılarına devirmiş büyük bir kavanoza benziyor. Sudan kavanoz. Tuzlu sudan. Rengarenk
şiveli mercimekler, kopmuş tespihler, o gün için akbili ücretsiz basmaktan
başka hiç bir şeyi düşünmediği anlaşılan bahar sarhoşukalabalıklar. Geçim
sarhoşu... Ya da geçimsizlik ayığı, bilemeyiz. Belli ki akşama kadar Meksika
dalgası var İstanbul'da, cadde-sokak.
Korkunç zor bir gün ama
hikaye toplamak için ideal. Ufacık bir menfaatin etkisindeki büyüklüğe
bakılırsa ölçme değerlendirme sistematiğini alaşağı edecek halde.
Eve dönmeye
çalışıyorum. Beni evime götürün. Omuzlarınızda taşıyarak ey kalabalıklar! Ey
ömrümü verdiğim halkım.
İçlerinden biri metro
girişinde yakaladı. Önce "Üniversite öğrencisiyim" dedi. Sokak
hayvanları için çıkarılan dergiyi alırsam veya bir hayvan evi parası verirsem
ve o da ne kadar çok dergi satar ve toplamış olursa burs almaya hak
kazanacağını söyledi. İddiamdan furdu beni. Vurdu değil. Furdu. Bir yandan
cüzdanı açarken gence sordum. "Hangi üniversite, bölümün?" "Açık
üniversite." "Yani nasıl, çok mu açık? Açık öğretimde mi
okuyorsun?" "Yok. Henüz okumuyorum." "E üniversiteöğrencisiyim
dedin." " Öyle daha kolay oluyor anlatması, aslında üniversiteye
açıktan hazırlanıyorum" dedi. Vermeyi düşündüğüm ve elimle çantamın içinde
ulaşmaya çalıştığım elli lira her yalanda on on düşmeye başladı. "E yavrum
neden yalan söylüyorsun ki... Bu yalan, yapmaya çalıştığın işin iyi olma
özelliğini zedeliyor." "Haklısınız. Ama bu kadar ayrıntılı soran hiç
olmuyor."
Sizi yormayacağım. Ben
sordukça gencin bir yalanı daha ortaya çıkıyordu. Farklı, uçuk giyimli
tırnaklarına siyah ojeleri bir güzel sürmeyi ihmal etmemiş bu erkek gence
güvenmiş olmama gücenerek ayrıldım yanından. Maşallah çok akıcı bir yalancası
vardı.
Yoruldum İstanbul’dan.
Eve gidip iddialarımı
üstüme örterek erkenden uyuyacağım.