Bir taşla kaç kuş?
2. Dünya Savaşı akabinde, ABD petrol, dolar ve silaha dayalı bir denge kurdu. Bunu da Sovyetler Birliği ve NATO’nun, KARŞITLIĞI marifetiyle inşa ettiği malumunuz. Sovyetler dağılıp Komünizm çöktükten sonra, Rusya’nın dünyaya ekonomik entegrasyonu sağlandı gerçi. Batı’lı birçok şirket de, birbiri ardına Rusya’da yatırım yapmaya başladılar ilerleyen zamanda. Buna mukabil Rusya’da; üretim ve tüketim alanlarında kapitalistleşirken, Batı’yı var eden SİSTEMİN GEREKLERİNİ yerine getirmekten geri kalmadı. Tıpkı Çin’in yaptığı gibi…
Fakat gelinen aşamada ABD’nin kurduğu sistem (NATO), doktriner
olarak bir boşluğa düşmesinin yanında, Avrupa üzerindeki nüfuzunu kaybetme
riskini de beraberinde getirdi. Çünkü ortada artık Sovyetler diye bir şey
kalmamış, yerine koydukları UYDURUK TEHDİTLER de, Avrupa’ya hükmedecek bahaneyi
bir türlü üretememişti. Hal böyle olunca Çin küresel sermayeye kucak açarak,
teknolojik, ekonomik ve askeri alanda hızla büyümesini sürdürdü. Diğer tarafta AB
ise genişlerken, ekonomik açıdan Rusya’ya, daha çok ta Çin’e yakınlaştı. Bu
durum AB içerisinde NATO’ya duyulan güvensizliği tetikliyor, yeni savunma
konsepti hüviyetindeki PESCO seslerinin de yükselmesine zemin hazırlıyordu.
Yani Amerika için, bir şeyler yapmanın zamanı çoktan gelmişti.
İşte bu noktada eski dengelerin, YENİ HASSASİYETLER üzerinden
yükselmesini planladılar. Zira ABD ve onun gibi düşünen Batılı ülkelerin;
Rusya’nın oligark açılımından, muhalifleri baskı altına almasından, istihbarat
operasyonlarından ve tehlikeli silahlanmasından rahatsızlık duyduğunu
açıklaması, tamamen bunu işaret ediyordu. O yüzden de ağırlığı siyasal temelli
özgürlükler meselesine vererek, denklemi Rusya ve Putin’e dönük YENİ BİR SOĞUK
SAVAŞ ilan etmekte şekillendirdiler. Nitekim bu plan, NATO’nun D. Avrupa ve
Baltıklara genişlemesi için, gerekli BAHANEYİ üretmesi önündeki engelleri
olabildiğince açacaktı. Hem de ABD'nin 1990'da Almanya'nın birleşmesi sırasında,
Sovyet liderliğine “NATO'nun bir milim doğuya doğru genişletilmeyeceğine” dair
söz vermesine rağmen…
Nihayetinde de Zelenskiy’e adeta yürek yediren ABD ve avenesinin,
Rusya’yı kışkırtıp Ukrayna’ya müdahale etmesini sağladığı günlere geldik. Belki
Putin’in gururu ve özgüveni, belki de yaklaşan NATO tehditleri, Rusya’nın bu TUFAYA
DÜŞMESİNE kapı aralamıştı. Lakin günün sonunda Amerika’nın, insanlığın gözü
önünde Rusya ve Putin’i İKİ PARALIK etmeyi başardığı tartışılmaz konumda.
Rusya ya yönelik ambargolar, havada uçuşuyordu artık. Bunların
arasında cadı avını andıran yaptırımlardan ziyade, ABD’nin açıkladığı Petrol ve
Gaz yasakları en dikkat çekenleri oldu. Öyle ki Avrupa’nın buna uyması demek, DONMAYI
kabul etmesi manası taşıyordu ki, içeriden bazı itirazların yükselmesi hiç
gecikmedi. Fakat Pandemi sebebiyle zaten uçan enerji fiyatlarının, bu vesileyle
tavan yapması da engellenemedi. Bu ise petrol ve gaz zengini Rusya’nın, diğer yandan
ZARARINI KARŞILAMASI gibi absürt bir durumu da doğurmuştu elbette. Ancak söz
konusu işgalin, Avrupa'nın unutmaya çabaladığı KÂBUSU, hatırlamasına yol açtığı
şüphe kaldırmaz. Böylece NATO'nun görece canlanmasını tanzim ettiği, artan
petrol, gaz ve emtia fiyatlarıyla da ABD’nin, İKİ BÜYÜK RAKİBİ olan AVRUPA ile
ÇİN'i zarara uğrattığı aşikâr. Tabi meselenin, stratejik ve askeri boyutu da
(silah satışı…) cabası.
Özetle ABD'nin Rusya üzerinden attığı bir TAŞLA, kaç kuş
vurduğunu bu anlamda değerlendirmekte yarar olduğu kanaatindeyim. Zira ABD’nin
petrolü, gazı, bunların ulaşım yollarını ve Kuşak Yol Projesinin ticari
güzergâhını KONTROL ETMESİNİN, en çok da Avrupa ve Çin’i örselediği kesinlikle inkâr
edilemez. “Planları tutar mı” derseniz, bunu şimdilik bilemeyiz. Ama durmayacakları
da ortada… Yoksa savaşın biraz daha SÜRMESİNİ İSTEMELERİ, başka nasıl
açıklanabilir ki?