Dolar (USD)
32.45
Euro (EUR)
34.70
Gram Altın
2435.90
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

16 Ocak 2020

Bir soru ve bir cevabın anatomisi

“Kâbe’nin anahtarını gayrımüslime veren zihniyet, kenar mahalledeki okul yöneticiliğini layıkına veremiyor.” Bu sözler Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un sözleri. Bu sözlerde somut ve spesifik olarak eleştirilen kim ve Sayın Bakan göreve geldikten sonra bunlardan ne tür bir hesap sormuş, bilmiyoruz. Bu şekilde göreve getirilmiş olanlarla ile ilgili ne tür bir işlem yapıldı, bu durumun eğitime, eğitimcilere, kurumsal işleyişe ve iş barışına ne tür zararlar verdiği noktasında bir hasar tespiti yapılmış mı, bilmiyoruz. Bu tarz bir ilişkinin, bu tarz bir zeminin değişmesi için ne tür tedbirler hayata geçirilmiş, onu da bilmiyoruz.

Kamuoyunun çok da merak etmediği bu konularla ilgili gereken bilgiyi ben Sayın Bakan’dan almış oldum. Ziya Selçuk’tan kahve sohbeti yaparken veya özel bir görüşme esnasında aldığım bir bilgiden bahsetmiyorum. Katıldığı televizyon programı esnasında tüm kamuoyuna verdiği bir bilgiden bahsediyorum.

Açık ve net bir bilgiden yani.

Söylenti, dedikodu vs. değil.

Söylem analizcileri bize söylenenden ziyade söylenmeyene, söylemin satır aralarına, dip tortusuna, askıda bırakılana dikkat kesilmemiz gerektiğini söylerler. Hoş, Türkiye’de neyin ne olduğunu öğrenmeniz için bir takım arayışlara girmenizi gerektiren derinlikte ve nitelikte işlerin olduğunu söylemek de güç. Her şey gözlerimizin önünde o kadar açık ve net yapılıyor ki başka izaha gerek bırakmıyor. Sayın Bakan’dan ehliyet-liyakat mevzusuna ilişkin aldığım bilgi de bu tarz bir bilgi.

Televizyon programında benim, hepimizin almış olduğu şu bilgiye tekrar dönelim. Milli Eğitim Bakanı’na istihdam politikası veya belli görevlere kimlerin hangi nitelikleri ile getirildiği şeklindeki bir soruya şu şekilde cevap veriyor: "Kamudaki istihdam politikası ya da belli görevlere kimlerin getirildiği ile ilgili, şimdi Milli Eğitim Bakanına mı soruyorsunuz bu soruyu? Çok doğru değil gerçekten, onu kahve içerken konuşuruz." Şimdi bu diyalogdan ne anlamamız gerekiyor?

Birincisi diyor ki; istihdam politikası veya belirli yerlere kimin getirildiği ile ilgili Milli Eğitim Bakanı’na soru sormanız çok abes. Çünkü bu işi Milli Eğitim Bakanı’nın yapmadığını bilmemeniz mümkün değil. Yani atamaları Bakan değil başka birileri yapıyor ve bunu siz de dahil herkes biliyor.

İkincisi diyor ki; benim Milli Eğitim Bakanı olduğum yerde yani sorumlu olarak benim görüldüğüm bir yerde başkası veya başkaları tasarrufta bulunabilir. Bu durum benim açımdan çok da problem teşkil etmiyor.

Üçüncüsü diyor ki; evet, gerçekten bu yapılanlar doğru değil. Ancak bunun olmaması için benim yapabileceğim bir şey yok! Bunlar olmaması lazım ilkesel olarak ancak ben olduğum yerde bunların olmaması noktasında herhangi bir şey yapmıyorum, yapamıyorum.

Dördüncüsü diyor ki; bu konuda bir problem var, bir sıkıntı var. Hepiniz de biliyorsunuz. Ancak yine de bu konuyu burada, kamusal alanda konuşmayalım. Ben en azından bu konuyu bu düzlemde konuşamam. Sizinle özelimde, mahremimde bunu konuşabilirim ancak kamuya açık şekilde konuşamam.

Sayın Bakan öyle bir cevap veriyor ki, cevap kısacık olsa da devletimizin, bürokrasimizin işleyişine dair çok çarpıcı itiraflar barındırıyor. Aslına bakarsanız sorulan soru da verilen cevap da çok yerinde. İkisinde de yalan, yanlış bir şey yok! İkisinde de “böyle soru mu olur?” veya “böyle cevap mı olur?” diyebileceğimiz bir şey yok. Bu açıdan bu diyalogda rahatsız edici olan soru ve cevaptan ziyade bu soru ve cevabın içeriği. Bu soru ve cevabın teyit ettiği gerçekliğimiz. İşleyişimizin, ilişkimizin, düzeneğimizin niteliği! Ve İnsan kalitemiz şüphesiz. Diğer bir acıklı husus da bu! Yani ‘doğru değil gerçekten’ dediğimiz bunca işi ‘biz’ niye yapıyoruz? Bu işlerin içinde ‘biz’ niye varız? Bu işlere ‘biz’ neyin karşılığında razı geliyoruz? Bizi zorla mı Bakan yapıyorlar, zorla mı genel müdür, daire başkanı veya okul yöneticisi yapıyorlar? Diyelim ki yaptılar; ona uygun davranmayı imkânsız kılan bir düzenekte konumlanıp ne demeye işin içine Kâbe’yi, ehliyeti-liyakati karıştırıyoruz? Kendimizi zaten korumuyoruz, koruyamıyoruz bari varlığımıza anlam katan, meşruiyet sağlayan ilke ve değerlerimize halel getirmeseydik! Hiç olmazsa yarına dair umudumuzu muhafaza ederdik.