Bir siyasal varoluş bilinci: Ümmet 4
Âl-i İmrân suresinin 104. ayetinde geçen “ümmet” sözcüğünün Müslümanların bir kısmına işaret ettiğini ve ayette ümmet olarak tavsif edilen kesimin vazifesinin Müslümanları uyarmak ve onlara şuur kazandırmak olduğuna değinmiştik.
Yani dünya üzerinde Hz. Muhammed Ümmetinin her zaman diliminde diri bir vaziyete mevcudiyetini sürdürmesi, bunun için gereken ne ise onların yerine getirilmesi.
Şimdi şu soruyu sormanın zamanı geldi sanırım: Dünya üzerinde ümmetin oluşturulmasında ki hedef nedir? Belli bir kısım insanın uyarması neticesi Müslümanlar arasında oluşacak “ümmet” şuuru ile beşeriyet için de bazı görevler amaçlanmakta mıdır? Kısacası bu toplumsal varoluş sadece kendisi için mi, yoksa genel bir hikmete yönelik midir?
110. Ayet
Önce Âl-i İmrân suresinin 110. ayetini tekrar hatırlayalım:
“Siz insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten sakındırır ve Allah’a iman edersiniz”
Böyle bir toplumun kelimenin tam anlamı ile siyasal bir toplum olduğuna inanıyorum. Devletin şekliymiş, yönetim sistemiymiş, iktidarın nasıl seçilip nasıl azledileceğiymiş, bütün bunlar hem tali hem de tarihsel meseleler. Günün şartları ne gerektiriyorsa o yerine getirilmek suretiyle hacet yerine getirilmiş olur.
Ama asla bu toplumda “din” günlük siyasi didişmelere, çekişmelere, kişisel çıkarlara malzeme olarak kullanılamaz. Bilakis bu işleyişte “siyasal” toplumun hedefleri doğrultusunda akıl, tecrübe ve bilgi ile yola devam edilir. Yolu gösteren ise vahiydir. İman ettikleri vahyin yol göstericiliği ve zihinlere nakşetmiş olduğu dünya görüşü doğrultusunda gösterilen yolda yol alınır.
Bir bu kadar daha mühim olan bir başka husus ise ahlâkın murakabesi altında yürünür.
Aksi halde surenin 104 ayetinde murat edilen amaç bilerek yahut bilmeyerek tahrip edilmiş olur. Müslümanların değerleri değersizleştirilmiş, iradeleri örselenmiş olur. Nihilizme kapı aralanmış olur. Günümüzde bu vaziyete deizm de denilmektedir. Bu ahvalde ümmetten söz etmenin bir anlamının da kalmayacağı da aşikârdır.
Fahruddîn Er-Râzî tefsirinde Al-i İmran suresinin 110. ayetinin izahında “ümmet” kelimesinin “aynı şey üzerinde ittifak etmiş cemaat” olduğunu belirttikten sonra kelimenin işaretinin Hz. Muhammed’in peygamberliğini kabul eden insanlar olduğunu belirtir. Peki, bu ümmetin haricinde kalan insanlar nasıl tavsif edilecektir. Onlar hasım, yok edilmesi gereken düşman hiç ilişki kurulmayacak barbarlar mıdır? Asla! Onlar Hz. Muhammed’in ümmetinin davet ve tebliğinin muhatabı olan diğer insanlardır. Müfessirimiz tefsirinde onların da bir ümmet olduğunu ve onlara hitaben “ümmet-i davet” denildiğini belirtmektedir.
Yani davete muhatap alınacak kişiler.
İmam Mâtürîdî “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten sakındırırsınız” ayetini izah ederken İyilik/ maruf ve kötülük/münker terimleri üzerinde durur. Evvela neden Hz. Muhammed’in ümmeti en hayırlı ümmettir? Ayette de belirtildiği gibi onlar Allah’a inanmaktadırlar. Mâtürîdî İbn. Abbas’tan bir rivayetle hayırlı ümmetin yeryüzü üzerindeki misyonunu açıklar: İnsanların en hayırlısı onlara en faydalı olandır. Sonra şu cümleyi ekler: “Allah’tan başka İlah yoktur esası hiç şüphe yok ki iyiliklerin en büyüğüdür. Münker (kötülük) ise bunu yalanlamaktır ve o da kötülüklerin en büyüğüdür.”
Yoksa herkes bir şekilde tanrıya inanıyor. Ama diktiği putları ortak ediyor yahut nefsini put haline getiriyor; ırkını, rengini, içerisinde yaşadığı toplumu ilahlaştırıyor. Veya İsrail oğulları gibi Tanrıyı sadece kendi soyunun ilahı kabul edip kendilerini seçilmiş toplum olarak vehmediyor veyahut Hıristiyanlar gibi tevhidden uzaklaşıp teslis ile peygamberlerine ve Rablerine karşı bühtanda bulunuyor.
İmam Mâtürîdî “iyiliği emreder, kötülükten alıkoyarsınız” cümlesindeki maruf ve münkerin üç anlama geldiğine de değinir.