Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
07 Temmuz 2019

Bir siyasal varoluş bilinci: Ümmet-2

Mekke’de inen ayetlerin tevhid, ahiret, kulluk, adalet gibi mefhumlar vasıtası ile Resûlullah’ın önderliğinde yeni bir siyasal toplum oluşturduğundan bahsetmiştik. Keza yine bu umdelerle kurulan ve adına “ümmet” denen bu siyasal varlığın, var olmak kadar varlığını canlı tutmak ve kendisini tekrar tekrar üretmekle mükellef olduğuna da değinmiştik.

Bu aslında tarihin oluşumunda insana verilen rolün önemini vurgulamak anlamına gelmektedir. Evet, Allah tarihe müdahale eder, hatta tarihe bazı yasalar da koyar, lâkin tarihin yapıcısı insan olup, tercihleri vasıtasıyla gerçekleşmektedir.

Bu bakımdan “ümmet” anlayışı gerek Hegel ve gerekse Marks tarafından ileri sürülen teleolojik (gayeli) tarih anlayışı ile temelden çelişmektedir.

Hegel’e göre tarih ‘mutlak ruh’un kendisini maddi olarak ortaya koyduğu müşahhaslaştırdığı, görünür kıldığı bir alandır. Olaylar büyük bir planın olması gereken parçalarıdır. Her geçen süre içerisinde mutlak ruh ideale doğru yol almakta ve mükemmelleşmektedir. Tarih bir amaca doğru ilerlerken akıl(tin, ruh, ide) kendisini gerçekleştirmekte, olan bitenlerde insanın hiçbir dahli bulunmamaktadır.

Marks da aynı doğrultuda düşünür. Ona göre de tarih bir büyük düzenin parçası olarak ileriye doğru yürür. Sınıf mücadelesi tarihi oluşturur. İlkel komünal toplum, köleci toplum, feodal toplum, kapitalist toplum derken sosyalist ve komünist aşamaya varılacak ve tarih sona erecektir. Bu yazgı bütün toplumlar için cari bir yasadır.

Dikkat edileceği üzere her iki filozofta tarihi insansızlaştırma konusunda hemfikirdirler. Kaderci bir tarih anlayışına sahiptirler.

Hâlbuki Kur’an’ın öğrettiği tarih anlayışında “insan” belirleyici bir faktördür. O, yeryüzünde ya Allah’ın kendisine biçtiği ”halife” olma makamını seçecektir, ya da sahte ilah olmayı. Tarih bu iki varoluş modunun mücadelesinden ibarettir.

Halife yahut yalancı ilah! Seçim insana kalmış. Varoluş tercihine göre ulaşılacak hem dünya hem de ahiretteki neticeye. Tarihte aktör olmanın bir de sorumluluğu vardır. Vardır, çünkü tarih sahipsiz bir alan değildir. Kitap’ta bahsedilen kıssalar bizlerin bu hususta ibret almamız ders çıkarmamız içindir…

Mekkeli müşrikler zulüm ve baskılarını arttırınca Müslümanlar Medine’ye göç ettiler. Ancak bu hicret Akabe sözleşmeleri neticesi olmuştur. Yani Resul ve Medine’nin önde gelenleri Mekke’nin yakınında bulunan Akabe bölgesinde iki kez bir araya gelerek sözleşme yapmışlardır; bu sözleşme uyarınca Müslümanlar Medine’ye hicret etmişlerdir.

Medine’ye varan Allah’ın resulü orada birbirinden farklı kabileler, dini topluluklar ile karşılaşmıştır.

Medineliler onu başkan yapmak isteyince O, Müslüman olmayan toplumları da gözeterek hepsiyle bir araya gelip bir sözleşme yapmıştır. Medine sözleşmesi.

Devletin oluşmasını sözleşmeye bağlayan filozoflar, Hobbes, Rousseau ve Locke tarafından ileri sürülen “toplumsal sözleşme” kuramının hiçbir somut delili, dayanağı olmayıp sadece muhayyileye dayanan bir çıkarımdır.

Oysa bu filozoflardan asırlar önce Allah Resulü devletini kurarken Müslümanları, müşrik Arap kabilelerini ve Yahudi kabileleri bir araya getirerek bir arada yaşamanın ilkelerini ortaya koyan bir sözleşme/anayasa yaparak devleti kurmuştur.

O’nun bu sünneti hiç şüphesiz ki tırnak keserken gösterdiği uygulamadan çok daha önemli, “sünnet” olarak bizlerin yolumuzu aydınlatması bakımından çok daha önceliklidir.

Devlet kurulduktan sonra Müslümanlar için ahkâm ile ilgili ayetler inmeye başlamıştır. Yani hukuk ile ilgili temel umdeler, belli bir sınıfın, zümrenin, egemenin dahli olmadan Allah tarafından bildirilmeye başlanmıştır.

Din, dil, ırk, renk, kavim gibi farklılıkları dikkate almadan toplulukların bir arada yaşayabilmeleri için yapılması gerekenleri gösteren somut bir örnek olarak Medine vesikası/anayasası başta Müslümanlar olmak üzere bütün dünya insanlığına çok şey öğretecek bir potansiyelle bizleri beklemektedir.

Topluluklar arasında pek çok karşılıklı hak ve yükümlülükleri kayda bağlayan bu vesika tanzim edildikten sonra inmeye devam eden ayetler vasıtasıyla ne eleştirilmiş ve ne de hükümden kaldırılmıştır. Oysa inen bazı Kur’an ayetleri Resulün bazı yaptıklarını eleştirmektedir. Abese suresinde olduğu gibi.

Kur’an “ümmet” olarak belirtilen toplumsal varoluşun kendisini tekrar tekrar üretmesi ve insanlık için iyi bir örnek olması için ikazlarını Al-i İmrân suresinde son derece vazıh ifadelerle bizlere bildirir.