Dolar (USD)
32.48
Euro (EUR)
34.87
Gram Altın
2431.22
BIST 100
9716.77
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

23 Haziran 2021

Bir sistemi olmak

Milli takım, Avrupa kupası şampiyonalarından daha ilk turda ve tek bir gol atamadan elendi. Üstelik bu yazı, İsviçre maçı oynanmadan birkaç gün önce yazılıyor. Müneccim olmaya gerek yok, futbolun da bir grameri var ve sistemi olmayan takımlar ilk turda elenirler. İyi kötü bir sistemi olduğu halde çarkı tam döndüremeyenler bir üst turda elenirler. Sistemi tıkır tıkır işleyenler yarı finale kalır ya dış etkenlerden elenir veya finale çıkarlar. Orada mükemmel iki sistem karşı karşıya gelir ve sistemi daha gıcır olan, daha çok isteyen, dış şartları bile lehine çevirmeyi bilen, rüzgarın karşıdan esmesine aldırmayan, şansı dahi alt etmeyi öğrenmiş en güçlü takım şampiyon olur. Şampiyon olmak, bir sistemi olmak demektir. Birkaç tur yukarı çıkmak, sistemi şöyle böyle işlemek demektir. Sistemi olmamak, tek bir gol bile atamadan turnuvaya veda etmek, bir dahakine bakarız deyip hiçbir sorgulama yapmaksızın kaldığı yerden devam etmek, az gitmek uz gitmek, bir arpa bile yol alamamak demektir. Ne kadar iyi oyuncularınız olursa olsun, dünyanın en iyi teknik direktörünü getirin, bir sisteminiz yoksa kaybedersiniz. Bu böyledir, bu hep böyleydi ve yarın da böyle olacak. Çünkü oyun, sistemi oluşturan öğeler arasında değil bizzat sistemler arasında cereyan eder; önce sistem kurulur, oyun ondan sonra başlar.

Tanrı’nın kendisinden menkul kusursuz, mükemmel bir sistemi var. O sistemden ilham alan evrenin de… Bir sistemi olduğu için evren milyarlarca yıldır varlığını devam ettiriyor. Bir sistemi olduğu için dünya, üzerindeki varlıkları bütün çeşitliliğiyle milyonlarca yıldır zamanın içinden geçirip bugünlere ulaştırabiliyor. Bir sistemi olduğu için insan bedeni sayısız öğeyi bir arada tutmayı başarıyor, her bir organ kendi işini, kendi doğasına ve vücudun tamamına uygun biçimde ifa ediyor. Çürüyen, koflaşan, eskiyen dokular kendiliğinden çekiliyor, onların yerine yeni hücreler geliyor. Çürüyen hiçbir doku bulunduğu yere kazık çakıp ben buradayım ve burası benim yerim demiyor. İşte bu yüzdendir ki bir sistemi olan devletler, imparatorluk kuruyor, zamana meydan okuyarak varlığını yüzyıllarca devam ettiriyor. Bir sistemi olan inançlar sonsuza kadar yaşayacak, bir sistemi olan öğretiler hep sahnede olacak, bir sistemi olan dünya görüşleri asla eskimeyecek. Sistemi bozulan devletlerde çöküş başlıyor, tereddi kendini gösteriyor; sistemini yitiren inançların yaşanırlıkları azalıyor, etkisi silikleşiyor; sistemi aşınan öğretiler ve dünya görüşleri kendini zamana adapte edemiyor, çaptan düşüyor ve bir müddet sonra da tarihin sahnesinden büsbütün siliniyor. Sistemi olmayan bir devlet, bir inanç sistemi, bir öğreti ve bir dünya görüşünden zaten bahsetmeye gerek yok. Onlar, hasta bile değil, zaten yoktular. Bir sistemi olmak yaşamak demek… Bir sistemi olmak; varlığını garanti etmek, sahneden ayrıldıktan sonra bile geleceğe yaymak demek…

Kıyamet muhtemelen evrenin o muhteşem sisteminin bozulmasıyla gerçekleşecek. Dünyanın çöküşü, zaman ile mekan arasındaki ilişkinin bozulmasıyla ortaya çıkacak. İnsanın ölümü, bedenin sistem bozukluğundan, organların işlev kaybından kaynaklanıyor. Bir sisteminiz varsa ve kusursuzca işliyorsa sağlıklı yaşıyorsunuz. Sisteminiz var ve bozuksa hastasınız. Sisteminiz yoksa ölüsünüz. Bir benzetme yapmak gerekirse, zamanı işaret eden saat sağlıklı bir sistemi, geride kalan saat işlemeyen bir sistemi, bozuk saat ise anarşiyi, yani sistem yokluğunu simgeleştirir. Yüzlerce yıldır, saatin sadece zamanın akışını nesnelleştiren bir araç olmanın ötesinde, doğanın işleyişinin de simgesine dönüştürülmesinin ve her türden sistemin saat üzerinden örneklendirilmesinin sebebi de doğa ile saat arasındaki bu gizil ilişkidir.

Evrendeki bütün hikaye sistemle ilgilidir. Tanrı’nın ve doğanın yasaları bir sistemi dayattığı ve o sistemin içine sonradan dahil olduğumuz, dahil olduğumuz andan itibaren ona tabi olma mecburiyetimiz; inançlarımızı, düşüncelerimizi, ideolojilerimizi ve devletlerimizi sisteme kavuşturmayı zorunlu hale getirir. Bu, kolektif şuurda derin izler bıraktığı için, “sistemimi kurdum” demek, önüm açık, yükselişteyim; “sistemim harika işliyor” yukarıdayım, güçlüyüm; “sistemim bozuldu”, çöküşe geçtim; “bir sistem kuramadım” bulunduğum yerde tıkandım kaldım, kaosu yaşıyorum anlamına gelmektedir. Haddizatında tıpkı insanlar gibi devletlerin de “sistemimi kuruyorum”, “sistemim harika işliyor”, “sistemim bozuldu” ve hala bir “sistem kuramadım” diyenler var. Sistemini kurmuş ve harika işletenlere küresel güçler; sistemini kurmaya gayret gösterip biraz mesafe kat edenlere bölgesel güçler; sistemini kuramamış ve öteki sistemlerin uydusu olarak yaşayanlara da güçsüz devletler deniyor. Yine bunların içinde bir zamanlar sistemi olan ama şimdi sistemi zayıflamışlar, bir zamanlar sistemi olmayan ama şimdilerde güçlü bir sistem kurmuş olanlar ve başlangıçtan beri hep olduğu yerde duranlar var.

Avrupa veya dünya şampiyonası adı altındaki futbol müsabakaları, güçler savaşının en büyük kamuflajlarından biridir ve kitlelere, orada, gözünün önünde olanları göstermemenin stratejisine sarılır. Bunun üzerinden en zayıflar bile en güçlüler ile temas etme onurunu yaşayabilmekte, en zayıfların gazı alınmakta, büyük sisteme zarar verecek olası patlamaların önüne geçilmektedir. Elbette, arada bir, istisna kabilinden ve asla sonuca ulaşmayacak biçimde, zayıf sistemler kendisinden nispeten güçlü sistemleri yenebilmekte, bunun onuruyla enerjisini bir sonraki müsabakaya kadar sürdürebilmektedir. Bazen Fransa’yı yenersin, bazen Hollanda’yı hatta tarihinde bir kez bile olsa Brezilya’yı da yenebilirsin ama bir sistemin yoksa şampiyon olma ihtimalin de yoktur. Bu kafayla Türkiye’nin yüz yıl daha şampiyon olma ihtimali yoktur ama her şampiyona öncesinde en büyük şampiyonluk adayı da yine Türkiye’dir. Sorun, yüreğimizin zihnimizi taşıyacak kapasitede olmaması. Çünkü sistemi inşa eden yürek değil bizatihi zihnin kendisidir.