Bir sistemi olmak
Milli takım, Avrupa kupası şampiyonalarından daha ilk turda ve tek bir
gol atamadan elendi. Üstelik bu yazı, İsviçre maçı oynanmadan birkaç gün önce
yazılıyor. Müneccim olmaya gerek yok, futbolun da bir grameri var ve sistemi
olmayan takımlar ilk turda elenirler. İyi kötü bir sistemi olduğu halde çarkı
tam döndüremeyenler bir üst turda elenirler. Sistemi tıkır tıkır işleyenler
yarı finale kalır ya dış etkenlerden elenir veya finale çıkarlar. Orada
mükemmel iki sistem karşı karşıya gelir ve sistemi daha gıcır olan, daha çok
isteyen, dış şartları bile lehine çevirmeyi bilen, rüzgarın karşıdan esmesine
aldırmayan, şansı dahi alt etmeyi öğrenmiş en güçlü takım şampiyon olur.
Şampiyon olmak, bir sistemi olmak demektir. Birkaç tur yukarı çıkmak, sistemi
şöyle böyle işlemek demektir. Sistemi olmamak, tek bir gol bile atamadan
turnuvaya veda etmek, bir dahakine bakarız deyip hiçbir sorgulama yapmaksızın
kaldığı yerden devam etmek, az gitmek uz gitmek, bir arpa bile yol alamamak
demektir. Ne kadar iyi oyuncularınız olursa olsun, dünyanın en iyi teknik
direktörünü getirin, bir sisteminiz yoksa kaybedersiniz. Bu böyledir, bu hep
böyleydi ve yarın da böyle olacak. Çünkü oyun, sistemi oluşturan öğeler
arasında değil bizzat sistemler arasında cereyan eder; önce sistem kurulur,
oyun ondan sonra başlar.
Tanrı’nın kendisinden menkul kusursuz, mükemmel bir sistemi var. O
sistemden ilham alan evrenin de… Bir sistemi olduğu için evren milyarlarca
yıldır varlığını devam ettiriyor. Bir sistemi olduğu için dünya, üzerindeki
varlıkları bütün çeşitliliğiyle milyonlarca yıldır zamanın içinden geçirip
bugünlere ulaştırabiliyor. Bir sistemi olduğu için insan bedeni sayısız öğeyi
bir arada tutmayı başarıyor, her bir organ kendi işini, kendi doğasına ve
vücudun tamamına uygun biçimde ifa ediyor. Çürüyen, koflaşan, eskiyen dokular
kendiliğinden çekiliyor, onların yerine yeni hücreler geliyor. Çürüyen hiçbir
doku bulunduğu yere kazık çakıp ben buradayım ve burası benim yerim demiyor.
İşte bu yüzdendir ki bir sistemi olan devletler, imparatorluk kuruyor, zamana
meydan okuyarak varlığını yüzyıllarca devam ettiriyor. Bir sistemi olan
inançlar sonsuza kadar yaşayacak, bir sistemi olan öğretiler hep sahnede
olacak, bir sistemi olan dünya görüşleri asla eskimeyecek. Sistemi bozulan
devletlerde çöküş başlıyor, tereddi kendini gösteriyor; sistemini yitiren
inançların yaşanırlıkları azalıyor, etkisi silikleşiyor; sistemi aşınan
öğretiler ve dünya görüşleri kendini zamana adapte edemiyor, çaptan düşüyor ve
bir müddet sonra da tarihin sahnesinden büsbütün siliniyor. Sistemi olmayan bir
devlet, bir inanç sistemi, bir öğreti ve bir dünya görüşünden zaten bahsetmeye
gerek yok. Onlar, hasta bile değil, zaten yoktular. Bir sistemi olmak yaşamak
demek… Bir sistemi olmak; varlığını garanti etmek, sahneden ayrıldıktan sonra
bile geleceğe yaymak demek…
Kıyamet muhtemelen evrenin o muhteşem sisteminin bozulmasıyla
gerçekleşecek. Dünyanın çöküşü, zaman ile mekan arasındaki ilişkinin
bozulmasıyla ortaya çıkacak. İnsanın ölümü, bedenin sistem bozukluğundan,
organların işlev kaybından kaynaklanıyor. Bir sisteminiz varsa ve kusursuzca
işliyorsa sağlıklı yaşıyorsunuz. Sisteminiz var ve bozuksa hastasınız.
Sisteminiz yoksa ölüsünüz. Bir benzetme yapmak gerekirse, zamanı işaret eden
saat sağlıklı bir sistemi, geride kalan saat işlemeyen bir sistemi, bozuk saat
ise anarşiyi, yani sistem yokluğunu simgeleştirir. Yüzlerce yıldır, saatin
sadece zamanın akışını nesnelleştiren bir araç olmanın ötesinde, doğanın
işleyişinin de simgesine dönüştürülmesinin ve her türden sistemin saat üzerinden
örneklendirilmesinin sebebi de doğa ile saat arasındaki bu gizil ilişkidir.
Evrendeki bütün hikaye sistemle ilgilidir. Tanrı’nın ve doğanın yasaları
bir sistemi dayattığı ve o sistemin içine sonradan dahil olduğumuz, dahil
olduğumuz andan itibaren ona tabi olma mecburiyetimiz; inançlarımızı,
düşüncelerimizi, ideolojilerimizi ve devletlerimizi sisteme kavuşturmayı
zorunlu hale getirir. Bu, kolektif şuurda derin izler bıraktığı için,
“sistemimi kurdum” demek, önüm açık, yükselişteyim; “sistemim harika işliyor”
yukarıdayım, güçlüyüm; “sistemim bozuldu”, çöküşe geçtim; “bir sistem
kuramadım” bulunduğum yerde tıkandım kaldım, kaosu yaşıyorum anlamına
gelmektedir. Haddizatında tıpkı insanlar gibi devletlerin de “sistemimi
kuruyorum”, “sistemim harika işliyor”, “sistemim bozuldu” ve hala bir “sistem
kuramadım” diyenler var. Sistemini kurmuş ve harika işletenlere küresel güçler;
sistemini kurmaya gayret gösterip biraz mesafe kat edenlere bölgesel güçler;
sistemini kuramamış ve öteki sistemlerin uydusu olarak yaşayanlara da güçsüz
devletler deniyor. Yine bunların içinde bir zamanlar sistemi olan ama şimdi
sistemi zayıflamışlar, bir zamanlar sistemi olmayan ama şimdilerde güçlü bir
sistem kurmuş olanlar ve başlangıçtan beri hep olduğu yerde duranlar var.
Avrupa veya dünya şampiyonası adı altındaki futbol müsabakaları, güçler
savaşının en büyük kamuflajlarından biridir ve kitlelere, orada, gözünün önünde
olanları göstermemenin stratejisine sarılır. Bunun üzerinden en zayıflar bile
en güçlüler ile temas etme onurunu yaşayabilmekte, en zayıfların gazı
alınmakta, büyük sisteme zarar verecek olası patlamaların önüne geçilmektedir.
Elbette, arada bir, istisna kabilinden ve asla sonuca ulaşmayacak biçimde,
zayıf sistemler kendisinden nispeten güçlü sistemleri yenebilmekte, bunun
onuruyla enerjisini bir sonraki müsabakaya kadar sürdürebilmektedir. Bazen
Fransa’yı yenersin, bazen Hollanda’yı hatta tarihinde bir kez bile olsa
Brezilya’yı da yenebilirsin ama bir sistemin yoksa şampiyon olma ihtimalin de
yoktur. Bu kafayla Türkiye’nin yüz yıl daha şampiyon olma ihtimali yoktur ama
her şampiyona öncesinde en büyük şampiyonluk adayı da yine Türkiye’dir. Sorun,
yüreğimizin zihnimizi taşıyacak kapasitede olmaması. Çünkü sistemi inşa eden
yürek değil bizatihi zihnin kendisidir.