Bir şey diyeceğim
Bir şehirde yaşadığımız halde tabiattan bağımızı hiç koparamayışımızın, derinimizde onu hep bir gocana (Kocaana/Toroslarda sülalenin büyük annesine hitap olarak duymuştum) olarak tutmamızdan kaynaklandığına inanıyorum. Küçük gerçeklikleri büyüterek, hasret değilse de özlem gideriyoruz. Nasıl mı? Mesela küçük bir su birikintisi göle dönüşüyor hayalimizde. Suyun duruşuna… Üstüne rüzgar vurup kaçarsa biraz dalgalandığı için denize. Suyun gelli gitli haline… Bir çiçek; bir ağaca, biraz büyükçe bir saksı; tarlaya…
Farkındayım biraz acınası bir durum. Bütün bu mekaniklik getirdiği kolaylıkların karşılığında koca bir hasret koydu gitti. Tabii hayat, büsbütün doğal hallerimiz daima ağır bir takasın baş konusu oldu… Çıkmazda okunan kırık şiirler bunlar. Farkındayım.
Neyse ki biraz uzaklara kaçırmış olsak ta, sonrasında bütün bu gerçekliklerin aslını, astarını, hakikatini görmeye, az bir zaman da olsa hasret gidermeye gidebiliyoruz. Hala gidip nefes aldığımız yaylamız, denizimiz, dağımız deremiz var.
Tabiat kelimesi ile oynadığım zamanlardan birinde tabiiliğin bizi -neysek o olduğumuza, olduğumuz gibiliğimize- uçuran bir at, aslımıza kaçıran bir yeleli kuş olduğuna hükmettim. Vallahi. İşte bakın. Siz de benimle birlikte telaffuz edin. Tabii… At! Pek tabii ki öyle! Çünkü terkisine atlayan herkesi fıtri ayarlarına ileri döndüren bir uçuş, bir kaçırış var onda. Geri değil de ileri döndüren dedim. Çünkü geri olan, bizi olduğumuz ilk el, mükemmel ellikten geriye götüren şey yapay ayarsızlıktır. Fıtrat ikinci, üçüncü el değilken, mekanik eller, yapma kudretler ona dokunmamışken en ileri seviyesinde, en iyi ayalarındaydı…
Şehirdeyken bizi ancak hayal ederek tabiata yaklaşmak zorunda bırakanın kimliğini sormuyorum, hiçbirimiz masum olmadığımız için.
Kulağınıza bir şey diyeceğim. İki kulağınıza değil, ilk kulağınıza…
Ne olursa olsun, öyle veya böyle; tabiata yakınlığın ne anlama geldiğini düşünürken titriyor zihnim...
Tabiat bana "Olduğun gibi ol, görün. Bak! Ben öyle yapıyorum. Çok keyifli. Sana da bunu tavsiye ediyorum" diyor. “Olmadığını göstermek için yorulma. Seni bilmesi gereken bilmekte. -Bilmeyen ne bilsin bizi. Bilenlere selam olsun!-" diyor.
Nereye baksam ak pak Subhanallah!.. Ve deniz nereye aksam. Nereye bakmasam dağ... Hatmili, kekikli... Rabbin lal kelamı... Veciz!
Tabii insanlar da öyle. Her biri ayrı cennet... Ayakkabısız adımlayabildiğin toprak, teklifsiz kokladığın reçel gülü, mürdüm kır çiçeği, köz olası kuru bi’ dal gibi...
İşte bu ve bunun gibi sebeplerle, mümkün olsaydı eğer üryanlığı giyinmeyi emrederdim ve hatta ete kemiğe bürünmeyi olduğu gibi görünmemekle yargılardım. Ve bu keskin ve yalın kalemli oluşumun, şu bizi kuşatan koca yalanın; modadır-imajdır-maskedir-fizikberisidir-beden dilidir vs vs vs derken haddini aşmasından sebep mazur ve makul görülmesini...
Düşünün şayet birilerinin yanında yalnızken veya en yakınlarınızla olduğunuzken ki kadar olmasa bile, ona yakın bir doğallıkta kalamıyorsanız kısa bir süre sonra oradan ayrılmak istersiniz. Nedeni kendinizi özlemenizdir. İnsan hakiki kendisinden çok fazla ayrı kalamaz. Fıtratıyla uzun süre savaşamaz. En yakın zamanda herkes yalnızken nasılsa kalabalıkta da öyle olabilmelidir. Nasıl? Tam da olduğu gibi! Gibiyi bile atarak.
Tıpkı tabiat gibi. Tabiattan uzaklık da bizi yaralıyor. Tabii ahvalinden uzaklık kim bilir tabiatı nasıl yaralıyor konusu çok ağır bir konu. Fakat öyle güçlü ki; onu talanımıza rağmen her defasında, her baharda yeniden ayağa kalkarak, bize doğallık, yalınlık mesajını ısrarla vermeye devam ediyor.
Aslında en kolayı bu. Fakat nedense çoğumuz zoru seçiyoruz. Evet en kolayıydı; olduğumuz gibi olmak! "Görünmek" dahi demiyorum. Olmak diyorum. Zira olduğumuz gibi olduğumuzda zaten görünmüş te olacağız. Görünmek kelimesi bile zait. İçine tabii olmayan bir çabayı sızdırmış hissini yaşatıyor.
Belki böylelikle tabii atı yeniden kendi evine, dünyaya, bizim şehre, semte, sokağa çağırmış oluruz. Belki bizim tabii, doğal, sıcak, müsbet, samimi oluşumuz o ata, o burağa heyecanlı bir ıslık gibi gelir. Belki yeniden hoş gelir, koş a gelir…
Mesela ben resmi bir kuruma ait olduğu söylenen ve yıllardır boş bırakılan bahçenin bir şehir bostanı olarak kullanılması için gerekli girişimleri yapacağım. Bir yandan da yanlış bir şeye vesile olurum diye çekinmiyor da değilim.
Son bir şey. Sonsuzdan bir şey.
Hiç dikkat ettiniz mi? Aşırı düzenli bir park bile çok iticidir. Ağaç ve çiçeğin özgürce salınımına dur deyici. Sanki yılkılığının üstüne olmadık bir semer vurulmuş ta ayakları kırılmış gibi… Başı hoşluğunun…