Bir şey anlamadık
Diyarbakır Bismil'den Çoban Ali kardeşle telefonda konuştuk…
İman hizmetlerinden ve hakikatleri anlattığı birinin külliyatı almasına sebep
oluşundan ve ertesi günü O kişinin gelip: “Okudum ama bir şey anlamadım”
diyişinden heyecanlı bir şekilde bahsetti...
Oturup, eskiden beri çok duyduğumuz bu mevzuuyla alakalı yazmayı
düşündüm… Cennette bile bütün heybeti
ile var olacak, anlamaya çalışmak ve hayret bu fani dünyada bir seferde hiç
doyar mı?
Biz neyi anlamışız ki? Mesela rüzgâr önünde savrulan
yaprağı, büyük bir sanat eseri olan yağmuru ve batışı muhteşem, doğuşu muhteşem
güneşi ve ufukta bıraktığı kızıllıkla anlattığı hakikatleri ve her şey de
tecelli eden Esma'ül Hüsnayı mı anladık? Evet, neyi anladık? Her gün yediğimiz
zeytini, içinde binlerce ağacın programını taşıyan incir çekirdeğini mi
anladık? Uzunlu kısalı olan ama tutarken aynı hizaya gelen parmaklardaki
hikmetli yaradılışı mı anladık? Otomatik cam sileceği gibi yaratılan göz
kapaklarını mı anladık? Evet, kaslara ve sinirlerlere biçilmiş bir rol var ve
hakikattir; ama yürümeyi, çiğnemeyi, oturabilmeyi, konuşabilmeyi, düşünebilmeyi
en önemlisi hayallerle en uzak mesafeleri nasıl turladığımızı, sahi biz neyi
anlamışsız ki? Havada savrulup, gitmeyen sesleri görüntüleri mi anladık?
Kısacık bir rüyayla ciltler dolusu hayatımı, ya da Manavdaki sebzenin, meyvenin aslında daha sonra nasılda deste deste
kelimeler, görmeler kas ve iskelet olduğunu mu anladık?
Diyorlar ki: Risale-i Nurları okuyoruz ama anlamıyoruz…
Zaten anlamış olsaydık ve bizde öyle bir anlayış olsaydı; O muhteşem reçeteleri
elimizden, yüreğimizden ve ruhumuzdan hiç bırakmazdık... Anlamış olsaydık;
fitne kasırgalarına karşı kapımızı bacamızı sağlamlaştırıp, tedbirleri elden
bırakmazdık!
Düşen
yapraklar hayatı anlayan yapraklardır; vazifesi bitmiş ve rüzgârla
savrulmuştur. Yeşil yaprak, halen anlamaya sımsıkı
tutunan yapraktır. Kuruyan yaprağı koparıp atan rüzgâr, yeşil yaprağı yerinden
sökemez! Dikkat edin! Savrulup gidenler;
“Ben anladım” diyenlerdir... Enâniyet-i ilmiye sahipleri dalda duramazlar!
İhlâs ve uhuvvet sahibi olamazlar ve ayrı yol ve ayrılık açma meraklısıdırlar… Dalda duranlar ise; kendine ve bildiğine
güvenmeyenlerdir, ölçülere düsturlara hassasiyet gösterenlerdir, cemaat kıymeti
bilenlerdir… Allah bizleri Risale-i Nur ağacında, anlamadım diyen, dala
sımsıkı yapışıp, anlamaya çalışan yeşil yaprak etsin... Uhuvvet ve ihlâs sahibi
etsin…
Asıl
anlayış: Benim daha çok anlamam lazım, gayret lazım, sadakat lazım diyerek,
kitabın sayfaları arasında satırları emerek hayat bulmaya çalışmaktır.
İlimde, anladım sanılan şeyin arkasından yüzlerce hakikatler ortaya çıkar...
Ateş yakar, nefes almamak öldürür gibi hayatımıza ait bazı hakikatler en baştan
anlaşılması gerekir onun dışında iman-i ve ilmi meseleler ciddi ciddi emek ve
gayret gerektirir. Lokma bile ağza alındığında anladım diyip hemen yutulmuyor,
çünkü boğar! Önce çiğneniyor... İman
hakikatleri de aynen onun gibi şuurla, tefekkürle uzun uzun çiğnenmesi lazım…
Çiğnemek ise; anlamadım diyerek tekrar tekrar okumaktır…
Eğer bizler, hakikatleri anlamış olsaydık; hayatımızdan
hakiki ihlâs, nefes alış verişlerimizde muhteşem bir tefekkür olurdu. Anlamış
olsaydık; Müslümanların dağınıklığı olmaz; bir vücudun zerreleri gibi
aralarında şuurlu alış verişler ve samimi muhabbetler oluşurdu. Eğer anlamış olsaydık, yeis sırtımızda yük
olmaz; her anımız ümit dolu ve sıkıntıyla karşılaştığımızda ise yüreğimiz:
Allah’ın bir hikmeti var demesiyle kasılır, vücudumuzun her bir yerine umut
pompalar ve de şuur tüm duygularımıza: “Haydi! Hakiki vazife başına” çağrısı
yapardı… Anlamak; hakikatin kapısını çalarak: Her an imanda, sadakatte ve
ihlâsta tekâmül etmeye hazırım, iştahlıyım diyerek manevi sofranın başından
ayrılmamaktır... Anlamak; eksiklerimiz hiç bitmeyecek diyip, anlayışın elini
hiç bırakmamaktır. Anlamak; nezafet ve
kibarlığı elden bırakmadan, hizmet düsturlarına sımsıkı sarılmaktır…
Anlamak, elektrikle bağın kesilmemesine gayrettir. O zaman bilgi akımı devam
eder... Anladım demek, biranda fişten çekilip, karanlıkta kalmaktır... Elektrik
gitti mi Harddisk de ki bilgi hiç bir işe yaramıyor. Kur’an ve hakikatleri okumaya anlamaya gayret, elektrik akımının devam
etmesidir. O akımdan uzak kalınca, koca kâinatı içine alan beyin ne işe yarar
ki? Anlamaya, okumaya çalışmak, cüzi irademizi ilmimizi Allahın külli irade
ve ilmine teslim etmektir. Ben anladım demek elektriği kesip, karanlıkta
kalmaktır! Anladım demek ölmektir; anlamaya çalışmak ruhtur ve bizi hep diri
tutacaktır...
Bediüzzaman’ın
akıl ve fikrini zerreler ve yıldızlar arası seyahatlere taşıyan; her an
anlamaya ve iman etmeye çalışmasıdır ve Hz. Peygamberimizin “Ya Rab! Hayretimi
arttır” demesini kendine rehber edinmesidir. O gayreti ve samimiyeti ise soğuk hücreleri
ve zalimane sürgün yerlerini cennete çevirmiştir. Bediüzzaman gibi tüm
İslam mütefekkirleri, dâhileri hayatlarının sonuna kadar anlamaya gayret
etmelerinin yanında bizim anladım dememiz çok utanılacak bir ayıptır.
Başta
Kur’an’ı ve O’nun Hak kelâmullâh olduğunu ispat eden Nur Reçetelerini düzenli
okuyarak, düzenli anlamaya çalışarak, hayretimizi ve iştahımızı elastik
tutacağız, anlayışımıza idman yaptıracağız… İdmanı bırakan
biri, bırak bir üst kiloyu kaldırmasını, önceki kiloları bile kaldıramaz. Anladım demek; idmanı bıraktırır ve en
çürük bir mesele bizi tutar ve kaldırıp atar. Rüzgârın yaprağı savurması bile
yanında hafif kalır.
Sonuç: Kendi cüzi ilmimizden, anlayışımızdan, Allah’ın külli iradesine, ilmine sığındığımız ve bilmediğimizi kabul ettiğimiz an ve emek verdiğimizde hakikatler bize kucağını açacaktır, sadakat sırtını dönüp gitmeyecektir. Sebat ve istikrarın devamı için anlamaya çalışmak lazım, yoksa savruluruz!…