Bir Şehrin Hafızası
Bir şehrin hafızasından bahsedersek aklımıza ilk olarak neler gelir? Kendimce sayayım; dağlar, taşlar, göller, tepeler, nehirler, müzeler, kütüphaneler, camiler, türbeler, evler, sokaklar hatta mahalleler... Bunlar olmalı zannımca şehrin hafıza taşıyıcıları. Zeytindağı denilince Kudüs, Yedi Tepe denilince İstanbul ya da Halülürrahman Gölü (Balıklıgöl) denilince Urfa akla gelmez mi?
Bir şehrin müzesi ve kütüphanesi varsa o şehrin gerek yazılı ve gerekse de yazılı olmayan dönemlere ait medeniyet hafızasından söz edebiliriz. Bunda şehrin mimarları, yazarları, ressamları hatta heykeltraşlarının da katkısı vardır. Bir şehrin hafızasından bahsederken bütün bunların akla gelmesi normaldir.
Bütün bunlarla birlikte şehirlerin hafızası kadim bir hafızayla desteklenmiştir ki buna bir bütüncül olarak kadim şehir ve hafızaları diyebiliriz. Kadim hafızayı şehirle bütünleştiren peygamberler var. Hz. İbrahim; Mekke ve Urfa, Hz. İsa; Kudüs; ve son peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S) ise Medine’ye ve yine Mekke’ye dair hafıza taşıyıcılığı söz konusudur. Mesela bir şehrin Yesrib’den Medine’ye doğru mana yolculuğunu Hz. Resul’den öğreniyoruz.
Erenler otağı ve peygamberler ocağı Şanlıurfa da böyle bir şehir. Bu şehirde Hz. İbrahim’den, Hz. Eyyub’dan Hz. Musa’dan, Hz. İsa’dan hatıralar kadim bir hafızaya dönüşerek geleceğe aktarılmış. Örneğin Hz. İbrahim’in Nemrud’la mücadelesi ve ateşe atılması Urfa’da yaşanmıştır. Hz. İsa'nın Edessa (Urfa ) Kralı Abgar'a iyileşmesi için gönderdiği mendil şimdi Urfa’da değilse bile bu şehrin hafızasına girmiştir. Hz. Eyyub’un sabırla imtihanı canlı bir hafıza olarak hâlâ bu şehrin hafızasında yaşanmaktadır.
Sabır yüklü hatıraların mirasçısı olan bu şehir, işte peygamberlerden velilere kadar sonsuz uzayan bir zincirin halkaları gibi günümüze uzanır ve geleceğe dair bir bağ kurur. Urfa’da evliyâ ve alimler ki peygamberlerin mirasçılarıdır. Onlardan Urfa’nın abide şahsiyetleri olarak bahsedeceğim. Ve taşıdığı hafıza yani kadim hafıza en az öncül hafıza kadar derin ve etkin bir şekilde geleceğe taşınıyor. Çünkü onlar şehirlerin hafızalarını akıllarına nakşetmişlerdir. Hafızaları gah yazılı gah sözlü bir metodla gelecek kuşaklara ulaştırırlar. Sizin her gün yürüdüğünüz taş duvarlar, taşlı yollar ve dar sokaklar bu şahsiyetlerin anlattıklarıyla söze gelir. Canlanırlar adeta bu hatıralar. Sizi türlü türlü hatıralara götürürler. Bak Evladım, dersiniz burası şu zatın mekanıydı. Şunları, bunları yapardı.
Mekke, Medine Kudüs, Şam gibi kadim şehirlerle anılan Şanlıurfa, hem kadim şehir hem de kadim hafızaları bünyesinde taşıyan ender şehirlerdendir. Halülürrahman Gölünden Harran’a, Göbeklitepe’den Şuayb şehrine uzanan tarih-inanç mekanlarıyla Hayat Bin Kays El-Harrani’den Şair Nâbi’ye ve yakın zamanımıza uzanan veliler ve alimleriyle bir bütünlük teşkil etmektedir.
Urfa’da kadim hafızanın son halkalarından olan Mırine Hoca lakaplı Mehmet Lütfi Okumuş, dönemin en cesur alim, hafız ve şairidir. Yaşadığı 1887-1964 yılları arasında gerek Osmanlı’nın son dönem Urfasını ve gerekse de Milli şef döneminin Urfa’sının sosyal ve siyasi hayatını idrak etmiştir. Gazellerinde geleneğe muhalif bir duruşuyla müstear yani lakabı olan “Mırıne” ismini değil de gerçek ismi olan “Lütfi” yi kullanmıştır.
Edebiyatla uğraşan biri olarak önceleri Şair Lütfi ile Mırıne hocayı ayrı kişiler olarak biliyordum. Ve şair Lütfi olarak bildiğim zatın ezberimde olduğu gazelini merhum Kazancı Bedih okur ben de dinlerdim. Bu okuma tabi ki Urfa Sıra Geceleri kasetinden olurdu. (Bedih Usta ile bir hukukum vardı. Onun son zamanlarına yetiştim. Hatta İki bin yılında Muhammet Nur Doğan ve İskender Pala hocalarımı onunla tanıştırmak üzere kazancı dükkanına götürmüştüm. Ama merhum ile sıra arkadaşlığım yoktu.)
Gazelin matla ve makta beytini yazmakla iktifa edeceğim.
Nice bu hasret-i dildar ile giryan olayım
Yanayım ateş-i aşkın ile büryan olayım
Lütfi'yim bülbül gibi gülşende feryat eyledim
Vuslat-ı yar ile ancak şad-ı handan olayım
Daha sonraları Urfa Alim ve avliyaları hakkında araştırma yapınca Mırıne Hoca ile Şair Lütfi’nin aynı kişiler olduğunu öğrenmiştim. Bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıptır.
Mırıne Hoca’nın “olayım” redifli gazeli sadece Kazancı Bedih değil Urfa’da sıra gezen (Sıra Gecesi müdavimi) herkesin ezbere bildiği ve söylediği bir şiirdir. Peki yalnız Mırıne hocanın şiirleri mi hafızalarda yer edinmiş? Tabi ki değil. Hayatı, hatıraları, yetiştirdiği talebeleri ve eserlerini (şiirleri basılmamış) şehrin kadim hafızasına nakşetmiştir.
İnşallah gelecek yazımız bu minvale devam edecektir.