Dolar (USD)
35.22
Euro (EUR)
36.78
Gram Altın
2963.36
BIST 100
9851.18
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
20 Haziran 2023

Bir şehrin anatomisi nedir?

Şehirlerin oluşumu ve tanımlanması tarihçiler ve sosyologlar tarafından dünya var olduğundan beri farklı şekilde açıklanmaya çalışılmıştır. Tarihçiler bir şehrin oluşumunu daha çok orada meydana gelen ekonomik ve demografik faaliyetler, coğrafi konum (suya yakın olma, deniz kenarında oluşum, kalesi ve savunması güçlü olma vs.) gibi kavramlarla anlatırken sosyologlar buna ek olarak kültür yapılanmasını katarak bir şehrin anatomisini tamamlarlar. Peki, durum nasıl oluşmuştur!

Tarihsel süreç içinde şehirlerin oluşumları aynı zamanda uygarlık tarihinin de yazılmasına sebep olmuştur. Uygarlıkların tarihi ile şehir yapılanmaları daima eş zamanlıdır demek yanlış olmaz. Zira dünya tarihi incelendiğinde bir yerde medeniyet oluşmuşsa orada muhakkak bir şehir yapılanması olduğu görülmüştür. Düşünme ve analiz etme, uygarlık yolunda atılması gereken ilk hamle olduğundan fikir hareketleri de ilkönce şehirlerde meydana gelmiştir. Çünkü şehir medeniyetin merkezidir. Bir ülkenin medeniyeti sahip olduğu şehirlerin uygarlık seviyesi ile ölçülür. Tüm bunlar dikkate alındığında bir yerde bir şehir doğmuşsa orada bir medeniyetin doğduğu da görülmüştür aynı zamanda. Medeniyet veya uygarlık zaten şehir ile eş anlamlı olup “medeni” yani “şehir” kelimesi tarih boyunca yan yana yürümüştür.

Göçer hayattan yerleşik hayata geçen her toplum veya topluluklar gerek mekân olarak gerekse sosyal, ekonomik, kültürel anlamda değişime uğramıştır. Bu değişimler sayesinde oluşan artı değerler o yerin nüfus, kalkınma, ekonomik, kültür, siyasi erk vs. gibi göçebe yaşamda var olmayan alanlarda farklılaşmayı meydana getirirler. Köy-kasaba gibi yerlerin şehir statüsü kazanması için hem nicel hem de nitel anlamda bu farklılaşmaları meydana getirmesi beklenir. Tabi bunlar da yetmeyecek olup bir şehirde var olması kaçınılmaz olan siyasi yönetim, uzmanlaşmış farklı meslek alanları ve iş bölümünün sağlanması, farklı kültürlere karşı oluşturulan hoşgörü ve beraber bir arada yaşama kültürünün de olması gerekir.

İbni Haldun şehri tanımlarken bir şehrin uygarlıkla bağının nasıl olduğunun göz önünde bulundurulması gerektiğini savunur. Yani bir şehir nüfus bakımından yeterli olsa da olması gereken diğer kavramları yerine getirmiyorsa o mekânın şehir özellikleri tartışmaya açıktır.

Kırsal alanlarda meydana gelen geçim sıkıntısının şehirlerde giderilmesi düşüncesi ile şehir nüfusunun artması o yerin sadece nüfusunun artmasına sebep olurken şehirlileşme kültürüne ise negatif bir değer katacaktır. Şehirlerin kırsal alandan mekânsal olarak farklılaşması en çok iş bölümü ve uzmanlaşma alanında görülmektedir. Şöyle ki bir kırsal alanda sadece tarım ve hayvancılık faaliyetleri görülürken şehirlerde ekonomiden siyasete, kültürden sosyal alanlara kadar yaşamın tüm boyutlarında uzman kişi ve kurumların faaliyetleri mevcuttur.

Kırsal alanlarda sadece tarım, hayvancılık gibi alanlarda uğraşmak yeterli iken bir şehirde bunların çok ötesinde karmaşık bir yapı olması son derece doğal ve gereken durumdur. Bu durum kılık kıyafete, düşünce tarzına da yansıyan bir olgudur. Bundan dolayı tarih boyunca medeniyetlerin ve insanlığın mirasını köyler, kasabalar değil şehirler idame ettirtmiştir. Eğer şehir yapılanmaları olmasaydı geçmiş olaylara yani tarihe ait medeniyet hareketleri günümüze ulaşamazdı.

Antik dönemde ve daha öncesinde kurulan ilk şehirler mensup oldukları devletlerin uygarlık seviyesini gösterirdi. Bir hükümdar, şehrinde bulunan ekonomik yapının güçlü olmasının yanı sıra aynı zamanda şehirde meydana gelen kültür hareketlerinin güçlü olması ile övünç duyardı. O şehirde meydana gelen bir buluş bir düşünce hareketi tüm ekonomik düzenin önüne geçebilirdi. Bütün devrimler ve bir toplumda değişime sebep olan tüm siyasi yapılanmalar da şehirlerde olmuştur. Bu durum tarih boyunca değişmemiş günümüze kadar devam etmiş ve edecektir.

Şehir, içinde barındırdığı dinamik yapıyla her türlü düşüncenin yer bulacağı ve rekabet edeceği çok kapsamlı bir canlı organizmadır. Bu organizma bazen büyüyüp gelişir, bazen de zayıflayıp çok nadir olarak ölse de, kendine yeni yaşam alanları bulmaya devam eder. Örneğin günümüzdeki şehir tanımlarının içine “maden şehri, tarım şehri, endüstri şehri, üniversite şehri, kültür şehri, memur şehri vs.” gibi bir yanı ile çok gelişmiş olan şehir tanımları eklenmiştir. Çünkü artık şehir tanımlarında genel olarak başat rol üstlenmiş olan işlevsellik, nüfus ve sosyolojik ölçütler artık yetmemektedir.

Ülkemizde ve diğer dünya ülkelerinde genel olarak bir şehri tanımlarken, 20.000 ve üzeri nüfusa sahip olan mekânlar şehir olarak tanımlanmaktadır. Nüfus ölçütünün baz olarak alınması antik Yunandan beri kullanılsa da bir şehrin ideal nüfusunun kaç olması gerektiği ise hala tartışılan bir durumdur. Aristo ise çok fazla sayıda yurttasın barındığı bir sitenin (şehrin) mutlu bir yaşam için olumsuz koşullara sahip olacağını ifade etmiştir. O, nüfusunun kalabalık olduğu bir Şehrin idaresinin de iyi olmayacağını düşünür. Pek de haksız sayılmaz…

Modern sosyologlar da şehirde yaşayan insan topluluklarının ancak kendilerine özgü niteliklerinin olmasının şart olduğunu söyleyerek bir şehrin heterojen yapıya sahip olmasının olmazsa olmaz bir durum olduğunu vurgularlar. Günümüz şehirlerindeki “getto kavramı homojen bir yapıya sahip olduğu ve şehrin diğer kısımları tarafından itici bulunduğu için şehre negatif bir değer katar. Bunun tersi olan sıra dışı-bohem yahut çok zengin, varlıklı kapalı site hayatları da şehre negatif değer katar. Çünkü ikisi de homojen bir yapıdır ve şehrin hem ekonomik, kültürel-sosyal hayatına bir katkı sunmazlar.

Şehirlerin, farklılaşmış insan gruplarının bir arada yaşama sanatının oluşturduğu bir yerleşke olduğu yenidünya düzeni içinde daha çok anlaşılmaktadır. Eğer böyle olmasaydı mülteci sorununun en üst seviyeye ulaştığı günümüz dünyasında “faşist şehirler” daha çok olurdu. Bu faşist yapılanmaya izin vermeyen ve bir arada yaşama sanatını en güzel icra eden “Osmanlı Şehir Yapılanması” gelmiş geçmiş en iyi örnek olarak tarihte yerini almıştır. Bir şehrin anatomisi işte budur…

Dr. Gülay Kurt