Bir Şehri Diri Kılmak
Doğu ve Güneydoğu Anadolu şehirlerinde bazı duruşmalara katıldıktan
sonra Urfa’ya yolu düşen yazar-avukat-düşünür Ali Aktaş Bey ile verimli bir
sohbetimiz olmuştu. Sohbetten sonra kendisine “Efsane Nehir Fırat” kitabını
takdim etmiştim. Kendileri alicenaplık göstermişler. Sosyal medyada bir mesaj
paylaşmışlardı. Mesajı şöyleydi.
“Urfa; ilim, felsefe, hikmet ve irfan ile var edilmiş ve
yoğrulmaya devam eden bir şehir. Şair ve Yazar Eyyüp Azlal ve sevgili hocamız,
dostumuz Mahmut Kaya ile ilmin, hikmetin ve irfanın çoğaldığı bir şehir. Dünya
iyi insanlar sayesinde güzelleşiyor.”
Yapılan bu iltifatı bize çok gören ehl-i nâdândan biri şu
nasibsiz mesajı yazmıştı:
“Urfa? Hiç gülesim
yoktu, her sokakta bir peygamber kabri..
Sahte kabirler!”
Tepkimiz gecikmeden
verilmişti.
“Hocamız, senin gibi talihsiz değil. Ölülere, kabirlere
değil sağlarla sohbete gelmiş.”
Şimdi bunu niye söylüyorum. Evet, Urfa’da peygamber
mezarları, evliya türbeleri çoktur. Ama Urfa’da yaşayan bir edebiyat var,
yaşayan bir kültür var, bir folklor var.
Bu şehir bir müze şehir olabilir ama insanları müzelik değil. Bu şehirde
türbeler, mezarlıklar çok olabilir ama
insanları mezarlık değil, türbelik hiç değil.
Urfa; türbelerden, mezarlardan çok esnaf, mekân ve
çarşısıyla yaşayan bir şehir ve buraya gelen insanlara da canlılığı, diriliği
motive ediyor. Urfa’daki Bakırcılar Çarşısı, Eskici Pazarı, Gümrük Hanı gibi
birçok çarşı var. Kapalı Çarşıda ise esnafın mutad zamanlarda Ahilik duası
ederek açtığı nadide bir mekan. Burayı ziyaret eden turistlerin meraklı ve
şaşkın bakışları esnafın yaptığı dualara karışıyor. Bu mekanın-mekanların-
sanırım albenisi de buradan geliyor. Bu esnafın çoğu Ahilerin okuduğu
Fütüvvetnâmelerden de haberdardır. İçlerinde bu fütüvvetnâmeleri okuyan esnaf
da vardır.
Geçtiğimiz günlerde bu şehrin yerlisi olduğunu iddia eden bir
güruhun nasipsiz konuşmalarına şahit olmuştum. Gümrük Hanında terzi esnafının
ne işi var. Falanca esnafın ne işi var, bunları buralarda çıkarmak lazım.
Birileri de demiyor ki kardeşim burası vakıf, burayı yaptıran Rıdvan Ahmet
Paşa’nın vakfiyyesi var. Fakir yetkili biri olsaydı. Rızvaniye vakfının
Vakıfnâmesini alıp bu mekanların en güzel yerlerine asardım. Belki asılmıştır
da ben görmemişim.
Bu mekânların bir tasvirine de göz atalım. Tarihî
Çarşılarda babadan, dededen aldığı
terbiye ile günlük ticaretini yapan yerli esnaf var. En çok isotçu esnafı,
şekerci esnafı, kahveci esnafı, çaycı esnafı, terzi esnafı, halıcı esnafı gibi
meslek erbabı yer almaktadır. Gerçi buralarda çayı, kahveyi, biberi baharatçı
esnafı adıyla iş yapan da var ama esas olan bu baharatların kokusu birbirine
sindiğinden dolayı ayrı satmaktır. Bunu bilen Urfalılar ona göre
alışverişlerini yapmaktadır.
Bu tarihi mekanlarda mukim olan esnafın şehrin canlılığı
adına şöyle bir faydası vardır. Esnaf hem birer kültür taşıyıcısı hem de tarih
içinden günümüze bu şehirdeki mesleklerden örnekler sunmaktadır. Ayrıca esnafın
çoğu “Sıra Gecesi” terbiyesi ile yetişmiş olup aralarında hafız, gazelhan ve
mevlithan olanlar da var. Bu gelenek devam etmektedir.
Bu çarşıların birinde kazancılık yapan Merhum Kazancı Bedih,
sağlığında birçok turistin bakışları arasında işini icra ediyordu. Hiç unutmam,
sene Miladî iki bin idi. İskender Pala ve Muhammed Nur Doğan Hocalarımız bir
panel için Urfa’ya gelmişlerdi. O zamanlar özellikle İskender Pala Hocanın ısrarı
ile Kazancı Bedih’in dükkanını aramaya koyulduk. Bir iki esnaftan adres sora
sora merhumu Kazancılar Çarşısında iki metrekarelik dükkanının önünde
bulmuştuk. Bizi karşısında gören Bedih Usta, gelen müşteriyi de üzmemek adına
“Ben bu kazanını ikindi vakti tamir ederim. O zaman gelir, alırsın.” demişti.
Bizim için de kaçak çay söyledi. Kendisi de tütün tabakasını çıkarıp kaçak
cigarasını sardı. Sözün sultanları arasında geçen o muhabbete doyum olmuyordu.
Burası İstanbul’da Cemal Reşit Rey Konser ve Konferans salonu değildi. Urfa’da
Kazancılar Çarşısıydı.Ve bu çarşıdaki bir esnafın ünü, şöhreti dört bir diyara
ulaşmıştı.