Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.58
Gram Altın
2971.45
BIST 100
9963.53
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
17 Aralık 2022

Bir ödül uğruna

Kurak Günler adlı sinema filminin hikayesi ülkemizdeki Batılılaşma, Batı’ya özenme, yaranma serüvenimizin de kısa bir hikâyesi aslında. Altın Portakal’da 9 ödül birden alıp ödül konuşmasında Boğaziçi Üniversitesi’nin “zorba bir zihniyetin saldırısı altında” olduğunu söyleyip “Gezi direnişçilerine” selam çakıp “zorbalığa karşı direnen herkes kazanacak” diyen filminin merkezine eşcinselliği alan ve tüm bu filmi devlet desteğiyle yapmayı başaran yönetmen Emin Alper’in çektiği filmden bahsediyorum. Alper, bu çalışmasıyla Cannes Film Festivali’nde LBGT filmlerinin yer aldığı “Queer Palm” filmleri arasında yer almayı başardı. Roma’da jüri özel ödülünü, Avrupa Film Akademisi ödülünü uzun süredir Türkiye’ye vermediği en iyi kurgu ödülünü, Hırvatistan’da en iyi film dahil üç ödülü birden aldı.

Baştan alalım. Yönetmen Emin Alper, 2019 yılında Kültür Bakanlığı’na destek başvurusu yaptı. Filminin adı o süreçte “Balkaya” idi ve içeriğinde eşcinsel hiçbir öge yoktu. Filmin merkezine aileyi ve toplumu ifsad edici olan eşcinselliği alacak olsa Bakanlık desteğini alamayacağı bırakın Emin Alper’i, İletişim Fakültesi’nde okumaya başlayan 1. Sınıf öğrencileri bile bilir. Yönetmenin başvurusu Bakanlık tarafından onaylandı ve 950 bin liralık bir destek aldı. Paralar hesaba yattıktan sonra yönetmen filminde temel değişikliklere gitti çünkü bu haliyle Avrupa’dan ödülle dönemezdi. Avrupa’da Türkiye’de yapılmış bir filmin ödül alabilmesi için kimsenin reddedemeyeceği çapta iyi bir iş çıkması (Nuri Bilge Ceylan örnekliğinde olduğu gibi) ya da ülkenin temel değerleriyle ve iktidarla taban tabana zıt filmler üretilmesi gerekiyor. Kendi ülkesine, toprağına, değerlerine yabancı olan, doğduğu topraklara oryantalist gözle bakan Doğulu imajı, Batı’nın yıllardır tutup bırakmadığı favori insan karakteridir çünkü.

Emin Alper, aldığı destekten sonra Balkaya olan filmin adını Kurak Günler olarak değiştiriyor. Alper’in çekim sürecinde öğreniliyor ki içerik de temelden değişmiş ve filmin merkezinde eşcinsel bir tema yerleştirilmiş. Böylesine bir film çeken yönetmen hem Ankara’da hem de Antalya’da ödülleri topladıktan sonra gayri resmî bir mecburiyet olan “iktidara sövme” konuşmasını da gerçekleştiriyor. Bakanlık da sonraki süreçte filmde yapılan değişiklikler nedeniyle verdiği desteği faiziyle geri isteyince kıyamet kopuyor.

Bakanlığın kararı sonrası sosyal medyadan yapımcısıyla birlike bir bildiri yayınlayan Alper, “Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde kamu fonları destek verdikleri filmlerin senaryolarındaki değişiklikleri denetlemez” diyerek kendini savunuyor. Avrupa’da destek alıp, Avrupa değerleriyle taban tabana zıt çeken bir yönetmen daha doğmamışken söylüyor bunu. Böyle bir şey mümkün mü? Düşünsenize Avrupa’da yönetmen film desteği alıp LBGT’yi temelden reddeden, alenen sömürgeciliği eleştiren bir film yapabilir mi? Senaryoda değişiklikler olabileceğini bunun aksinin eşyanın tabiatına aykırı olduğu söyleyen yönetmen adeta takiye yapıyor. Yani desteği alana kadar amacını gizliyor. Köprüyü geçene kadar bakanlığın onaylayacağı bir film havası verip destekten sonra bakanlığın, iktidarın ve halkımızın temel değerleriyle taban tabana zıt bir film çıkarıp bu değişlikleri basit senaryo hareketliliği olarak algılanmasını isteyip süreci “sansür”le özdeş tutuyor. “Başarısının cezasız kalmadığını” söyleyen Alper, “kamu kaynaklarının sanatın ve sinemamızın hayrına, özgür, bağımsız ve yaratıcı fikirleri desteklemek amacıyla” kullanılmasını isteyip destek amacıyla seyircileri sinemalara davet ediyor.

Oksijen Gazetesi’ne konuşan Alper, “Önceki filmlerimde hep dolaylı bir politik mesaj vardı ama daha zamansız, güncele dair bir şey söylemeyen filmlerdi. Bu filmde daha somut göndermelerle güncele kanca atmaya çalışıyorum. Çıkış niyetim yaşadığımız döneme dair bir şeyler söyleyebilmekti. Bu dönem yaşanıp bittikten sonra üzerine hiçbir şey söylenmemiş duygusu bırakmasın istedim bizlerde ve gelecek kuşaklarda. Yaşadığımız karanlık günlere dair, bire bir somut olaylara olmasa da yaşadığımız hissiyata dair geride bir iz kalsın istedim.” diyor. Bakanlıktan, yani iktidardan destek almak için Ankara’ya defalarca giden Alper parasını alıp işini bitirdikten ve yaşanan süreç deşifre olduktan sonra böyle bir açıklama yapıyor. Bakanlığı aldatmakla ilgili süreci politik eleştiriye çevirme çabası son dönemin en pratik dönüş çabası değil mi? Zaten yaşanan özgüven patlamasını şöyle anlatıyor yönetmen: “Antalya Film Festivali’nin artık CHP’li bir belediyede olması büyük bir etken. İnsanlar rahatladı. Birikmiş bir öfke, büyük bir adaletsizlik duygusu ve iktidarın değişebileceği umudunun ufukta gözükmesi de insanları cesaretlendirdi. Tünelin ucunda görünen ışık en azından üzerimize serpilmiş o yılgınlık havası ve ölü toprağının biraz silkelenmesine sebep oldu.” İktidarın değişme umudu, gölgede kalanları, kulağına yatanları, takiye yapanları ortaya çıkardı.

Bir adım geri çekilerek bakıyorum bu sürece. Türkiye nüfusunun binde bir değil, on binde bir bile olamayacak sayıda olan ve yüz yıllardan beri varlıklarını sürdüren, hayatlarının merkezini cinselliğe alan insanların bu çapta öne çıkarılmaları, toplumun vazgeçilmez temel unsuru olarak gösterilmesi Batı’nın dünyanın kalanına dayattığı bir yanılsama. Aklını ve kalbini Batı’ya rehin bırakmış sözüm ona aydınlar tarafından sürekli gündemde tutulan LBGT+ organizasyonları masum yapılar değil; arakalarındaki fonlar artık sır olmaktan çoktan çıktı. Bir ödül almak uğruna memleketimizin sanata eğilimli gençlerinin mandacı, terör sevici, sol politik eğilimlere ve hatta LBGT+ lobilerine daha işin başında teslim olması ne acı. Neyse ki halkımız, buna pirim vermiyor. 9-11 Aralık arasındaki gişe rakamlarına bakıldığında sosyal medyada devasa çağrıların yapıldığı, sayısız “ünlü”nün destek mesajı yayınladığı, galasına TV’de görülen pek çok simanın koştuğu yapımı yalnızca 53 bin kişi izledi. Bu mesaj, anlayana çok bile.