Bir muhacir günlüğünüz Var mı?
Başlığı okurken kaç kişinin yüreği sızlar, kaç kişinin gözü yaşarır, kaç kişinin yüzü buruşur, kaç kişinin nefreti kabarır, kaç kişinin merhameti depreşir bilinmez.
“Muhacir” kavramı kimine sahabeyi
hatırlatır, kimi de bu kelimedeki çağrışımdan rahatsızlık duyarak “göçmen”
demeyi tercih eder. Kimi de illaki “mülteciyi” tercih eder.
Muhacir, zorunlu sebepler yüzünden
vatanından, yurdundan ayrılmak başka diyarlara taşınmak zorunda kalan kimselere
denir.
Mülteci ise BM tarafından ırkı,
dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri
nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden
ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönmeyen veya dönmek istemeyen
kişi olarak tanımlamış.
Mülteci denince akla daha çok Suriye,
Irak ve Afganistan’dan gelenler geliyor. Ancak mülteci kavramı hukuki bir
kavram o da ayrı bir mevzu. Ülkemizde 4,9 milyon mülteci var ve bunun 3,3
milyonu Suriyeli. Geri kalanı Ukraynalı, İranlı, Iraklı ve Afganlardan
oluşuyor.
Bu insanlar nasıl yaşar, nerede
kalır, ne iş yapar diye merak ettiniz mi hiç? İşte Şakir Kurtulmuş tesadüfen karşılaştığı
Muhammed isminde bir mülteci çocuk aracılığı ile mültecilerin dünyasına girmiş.
Onların ne şartlarda yaşadıklarına şahitlik etmiş. Sadece şahitlikle kalmayıp inancının
gereği olarak onlara yardım elini uzatmış, yardım derneklerini İstanbul’un
meçhul sokaklarındaki kayıp iskânlarda hayata tutunmaya çalışan bu insanlara yönlendirmiş.
Hatta izlenimlerini, adına “Muhacir Günlüğü” dediği bir deftere de kaydetmiş.
Defterin sayfaları kısa zamanda dolmuş ve okuyanın yüreğini burkan, ona
insanlığını hatırlatan bir vicdan aynasına dönüşmüş. Sonra o defterden kimi
hatıralardan müteşekkil bir kitap hazırlayıp okurlarının istifadesine sunmuş.
Aslında insafına sunmuş desek daha doğru olacaktır.
Çıra Yayınlarından çıkan bu kitap, son
günlerde özellikle belirli siyasi mihraklar tarafından körüklenen mülteci
düşmanlığı nedeniyle neredeyse yer yer linçlere varan olaylara karşı adeta
üstad Necip Fazıl’ın “Durun kalabalıklar bu yol çıkmaz sokak” dediği gibi
sayfalarını açmış insaf, vicdan ve tarih yoksunu kalabalıklara haykırır gibi.
Şimdi birileri bu satırlara itiraz
edebilir. Evet, zahiren bu iş çığırından çıkmış, kontrolsüz bir hal almıştır.
Başından beri bir organizasyon eksikliği vardır. Bir plan dâhilinde bu
insanların vatanlarına dönüşümü sağlanmalıdır. Ancak devlet aklını da yabana
atmamak lazım. Bir Göç İdaresi Başkanlığı kurulmuş ve her şey kayıt altına
alınmış. Bunun yanında unutmamak gerekir ki üzerinde tartışılan mesele; taş,
toprak, ağaç değil insanlık meselesidir. Sokaklarda başıboş dolaşan hayvanlara
yapılan en küçük hamleler nedeniyle nerdeyse gök kubbeyi milletin başına indirmeye
kalkanlar konu bu insanlar veya insanlık olunca ortalıktan kayboluyorlar.
Tarih şuuru dedik ya ne kadar önemli
değil mi dostlar! Misakı Milli diye ağızlarda sakız edilmesine rağmen burası
neresidir biz neresindeyiz diye hiç merak etmeyen yığınlar, çok değil yüz yıl
önce bir vilayetiniz olan bu topraklardan kaçıp baba yurtlarına sığınmak
zorunda kaldıklarını görmek istemiyorlar. TTK sitesinde yayınlanan bir yazıda;
“Misâk-ı Millî belgesine dayanılarak hazırlanan Misâk-ı Millî Haritasında
İskenderiye-Port Said hizasına kadar olan bugünkü Suriye, Lübnan, Filistin ve
Irak toprakları kapsama alanına alınmıştır. Ayrıca Adalar, Kıbrıs ve Batum da
Türkiye’nin sınırları içinde gösterilmektedir.” deniyor. Biliyor muydunuz? Yani
bu insanlar Milli şuur gereği vatan toprağı olarak kabul ettiğimiz yerlerden
geliyorlar.
Bir de “biz kurtuluş savaşı verdik
onlar da verseydi” türküsünü dilimize pelesenk etmişiz. İşgale uğramış bir
vatanı kurtarmakla iç savaş çıkmış kim kimin hasmı, kim kimin düşmanı belli
olmayan bir durumda kime karşı kurtuluş savaşı verilebilir hiç düşündük mü? Milat Gazetesi’nde Galip İlhaner’in 8 Aralık
2016 yazısında “Suriyeliler neden
kaçıyor kendi ülkelerinden, kendi topraklarından? Neden kendi ülkeleri için
savaşmıyorlar? Diyenler var. Çünkü Suriyeli kiminle savaşacağını bilmiyor.
Neredeyse bütün dünya, Suriye üzerine çökmüş durumda. Suriyeli; ABD ile mi
savaşacak? Rusya ile mi savaşacak? Almanya, İngiltere, Fransa, İran, İsrail ile
mi savaşacak? Bu liste uzayıp gidiyor. Suriye, Suriyelilere en büyük insani
yardımı yapan Türkiye ile mi savaşacak?” dediği gibi…
Çanakkale’ye gidenler mezar
taşlarını, sonra da gelip Muhacir Günlüğü’nü okusunlar. Çanakkale’de 30 bin
Suriyeli savaştı ve kayıtlara geçen 600 kişi şehit düştü. Belki kayıplar ve
kayıtlara geçmeyenler de hesaba katıldığında bu sayının bin kişiyi bulacaktır. Diğer
cephelerde savaşanlar ve şehit olanlar bunun kim bilir kaç katıydı. Yani kısaca
bir devletin vatandaşlarıydık. İngilizler başta olmak üzere İtilaf devletleri
Osmanlıyı yıkıp bakiyesinden onlarca devlet çıkarırken çizdiği hayali
sınırlarla bizi fiziki olarak ayırdıkları gibi maalesef ruhen de ayırmayı
başarmışlar. El insaf yahu!
Yunan neredeyse altı yüz yıldır
İzmir ve İstanbul başta olmak üzere Ege bölgemizin tamamını geri alabilmek
rüyaları kurarken biz Halep’i, İdlip’i, Elbab’ı, Musul’u, Kerkük’ü, Erbil’i, Süleymaniye’yi
çabuk unuttuk. Tıpkı adaları, Selanik’i, Batı Trakya’yı unuttuğumuz gibi.
Bir muhacir günlüğünüz var mı bilmem
ama en azından bu kitabı okuyun, ya da en azından kitaptaki fotoğraflara bakın
ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız.
Bu satırları yaşayan yüreğine, yazan
kalemine sağlık Şakir Kurtulmuş hocam…