Bir mücadelenin ardından
O dönemlerde Türkiye
bir cenderenin içine sokuluyor. Gösteriler, terör eylemleri, sağ sol
çatışmaları ve anarşik olaylarla oluk oluk kardeşkanı akıyor. Kurulan pusular,
patlatılan bombalar, yakılan fabrikalarla binlerce insan ölüyor! Ülkemizde
hiçte iyi şeyler olmuyor.
Ardından 12 Eylül askeri
darbesi ülke yönetimine el koyuyor. Özgürlükler askıya alınıyor, idam
sehpaları kuruluyor ve korkunç dramlar yaşanıyor. Ancak bir çete bir toplama bu
kadar zarar verebilirdi. Yani bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felaketler
geliyor.
Sonrasında 28 Şubat
post modern diye nitelenen darbe geliyor. İrticayla mücadele adı altında millet kamplara bölünüyor, başörtüsü
ve Kuran kursu yasaklarıyla toplumun değerlerine karşı topyekûn eyleme geçilmiş
oluyor. Hemen hemen zulmün ucu herkese dokunuyor. Bize reva görülen onca acıya
rağmen devletimize küsmedik çünkü bunu yapanların devleti temsil etmediklerine
inanıyoruz.
O dönemin medyası,
yargısı, askeri ve üniversiteleriyle, siyasi kimlik giyinmiş bazı militan
siyasiler yekvücut karşımızda yer aldı. Bir yerlerden emir almışçasına toplu
bir saldırıya maruz kalıyoruz...
Hoşgörüsüyle bilinen
Bülent Ecevit’in militan müdahalesiyle milletin oyları ile Meclis’e gelen
başörtülü Merve Kavakçı’nın kin, öfke ve karga tulumba nasıl Meclis’ten
atıldığına şahit oluyoruz. Birbirlerine hasım görünenlerin söz konusu başörtüsü
ve dindar kesimler olduğunda nasıl aynı safta bir araya geldiğine o gün
bir kez daha şahit olmuştuk.
Ertesi
günü, Meclisteki başörtüsü oylamasında başörtüsüne destek veren
milletvekillerine yönelik bir gazete “411
el kaosa kalktı” manşetiyle çıkmıştı. Aynı gazetenin medya patronu bu
ülkenin Başbakanını pijamayla karşılamış, âdeta ülkeyi yöneten güçlerden biri
de benim havası atmıştı. O dönemlerde ülkemizin ne hale getirildiğini varın
tahayyül edin…
Çevik Bir’in 28 Şubat darbesi için, “Bin yıl sürse de devam edecektir”
ifadesindeki kin ve öfke aynen devam ediyor. Kılıçdaroğlu bugün siyasi rant
kapmak için hoşgörü tabloları çizse de bu zihniyetin hiç değişmediğini
görüyoruz. En son CHP’li Fikri Sağlar’ın başörtülüler hakkında nefret
söylemi buna örnektir. Gelen tepkilerden sonra insan haklarına, barış
söylemine sarılmak yanlış anlaşıldım bahanesinden öteye gitmiyor. Samimi
değiller. Yine güç ve iktidar sahibi olduklarında aynı zulmü yaşatacakları
sinyalini verdikleri aşikârdır.
Kılıçdaroğlu’nun,
“Başörtüsü sorununu biz çözdük” ifadesi eğer bir akıl tutulması değilse alaycı
bir tutumdur ya da bir siyasi hesap peşinde olduğu anlaşılmaktadır. Ne
kadar inkâr edilirse edilsin fırsatını bulduklarında kirli siyasetlerini
uyguluyorlar çünkü kolay kolay geçmişlerinden vazgeçmiyorlar.
Üzücü olan
geçmişte bizim mahallede görünenlerin hatta ayın zulme uğrayanların babaları ve
en yakınlarının bugün bu zulmün failleri ile aynı safta yer almalarıdır. Erdoğan
karşıtı tavır almaları sizce de anlamlı değil mi?
Kim kimin
değirmenine su taşıdığının görülmesi gerekiyordu, görüldü. Ve gün gelecek bunların
CHP’de sığıntı muamelesi göreceklerine de şahit olacağız.
Kemal Tahir’den
bugünlere ışık tutacak bir not: “Son
yüz elli yıldan beri uğradığımız belâ, hiçbir toplumun başına gelmemiştir. Bu
belâ, bin yıllık onurlu bir tarihin gaddarca inkâr edilmek istenmesi, bu akıl
almaz ihanetin kuşaklardan kuşaklara geçirilerek nihayet aydınlarımızın
çoğunluğuna kabul ettirilmesidir.”
Bizim mücadelemiz Mankurtlarladır.
Bu mücadele vatanını savunulanlarla, vatanına vurmak isteyenlerin
mücadelesidir. Bu, iyilerle kötülerin mücadelesidir. İyiler mutlaka kazanacaktır.
Çünkü bugüne kadar umudunu Allah’a bağlayanların yenildiği görülmemiştir.
Bu mücadelede
binlercesi gelip geçti. Bunlardan biri de Zekiye
Yağmurcu hocaydı ve buna şahidim. Başörtü mücadelesinde çok zulüm gördü,
meslekten atıldı hiç yılmadı ve yıkılmadı mücadelesine devam etti. Bu hafta
Rabbime kavuştu.
Mekânı cennet olsun...