Bir Kulübe
“Romanda, anlatılan ailenin içine gireriz. Onlarla birlikte yaşarız, onlardan biri oluruz.” Erdal Öz’ün söylediği gibi bir romandan bahsetmek istiyorum: Bir Kulübe (Aralık 2022, Şule Yayınları). Hümeyra Yabar’ın üçüncü kitabı.
“Hiçbir şeyim yokken
bir kulübe yapabilmem için bana koca bir orman veren ve ağacın dilini öğreten
hocam, ustam A. Ali Ural’a.” Ve ikinci ithaf cümlesi: “Çocukken gece ağaçların arasında yolumu bulmam için beni
cesaretlendiren ve asıl evimize dönse de elini her zaman omzumda hissettiğim
sevgili babam Nusret Kablan’a.” Yetmiş bölümden oluşan eserin ilk
bölümünden hemen önce yine Ali Ural’a ait şu dize dikkat çekiyor: “bir ormandan ancak bir ev yapabilirim bir
dağdan duvar yalnız.”
Bir Kulübe şahıs kadrosu, konusu, dili,
mekânı ve kurgusu yönüyle sürükleyici ve merak uyandırıcı bir roman. Daha ilk
bölümde heyecan uyandırıyor. Mimar,
Ormancı ve karısı, eve sığınan kadın. İlk
bölümde tasvir edilen orman ve bu ormanda başlayacak maceranın kahramanlarının
hâli dikkat çekiyor. Bizi içine çeken bir fiktif âlem ve bu âlemin kurgusu
muhayyilemizin müstesna köşelerini süslüyor. İnşa süreci daha ilk bölümde
kendini gösteriyor.
“Seyyah ruhu daha
fazla eşyaya ihtiyaç duymuyordu.(s.14) Kulübeyi inşa edecek Mimar’dan
bahsediyor yazar. Şehirden kaçıp ormana sığınan bir ruh. Hepimizin hayali değil
midir? İkinci bölümde Mimar’ın rüyası ve bir kulübe ihtiyacı anlatılıyor. Bu
bölümdeki tasvirler ve Mimar’ın psikolojik yapısı gayet başarılı bir şekilde
anlatılmış. Üçüncü bölümde kasabada alış veriş yapan Mimar artık işe
koyulacaktır. Tabiatın döngüsüyle Mimar’ın içsel serüveni uyumlu. Tabiatın
sesi, değişimi, mevsimlerin geçişi ve Mimar’daki değişim birbirini tamamlıyor. “Bir hayalin çekirdeğindeki ateş, soğumuş
yanardağları harekete geçirme kabiliyetine sahipti.” (s.24) Dördüncü bölümde Ormancı ile Mimar’ın
bir kulübenin inşası noktasındaki yakınlaşması anlatılıyor. Beşinci bölümde
Ormancı’nın evine misafir olan Mimar, burada samimi bir diyalog
gerçekleştiriyor ve birbirlerine olan güvenlerini ortaya koyuyorlar. Mimar,
Ormancı’yı tanımaya çalışıyor ve evde başka kimsenin olup olmadığını düşünüyor
ve içinden şunlar geçiyor: “Evin taş
duvarları aniden saydam bir levhaya dönüşse sırtını yasladığı duvarın gerisinde
dikkatle onu dinleyen biriyle göz göze gelecek…” (s.28). Altıncı bölümde romanın ana kahramanı Mimar’ı
biraz daha tanıyoruz. “Karaağaçlar gibi
toprağa kök salmanın yolu var mı?” diyordu Mimar. Ormanda bir yer arayan
Mimar birden düşüyor ve derin düşüncelere dalıyor. “Sıcak ve soğuk suyun birlikte aktığı ama asla birbirine karışmadığı
kararlı bir çeşmeydi hayat.” (s.31) Mimar’ın hayatıydı bu. Mimar, geçici bir konaklama talep ediyordu
tabiattan ama bu talebini anlayan birisi olmalıydı. Bu noktada karşısına çıkan Ormancı tam da
aradığı kişiydi. Ormancıyla geçmişini paylaşan Mimar çıkıyor karşımıza. Küçük
hatıralar ve geçmişin silinmez izleri. Bir resim tamamlanacak gibi. Bir
kulübenin inşasıyla birlikte aslında bir hayatın da inşasını ve eksik yanlarını
okuyoruz. Evet, sonuçta yapı çıkacak karşımıza. Okurun zihnini de ören ve inşa
eden bir anlatım var. Hem ruhsal açıdan hem de teknik yönden yerli yerine konan
taşlar. Yazar, kurgusunu çok yönlü
geliştiriyor ve işin teknik yönünü de ihmal etmiyor “çandı” tekniğinden
bahsediyor. Mimar ne istiyordu? İşte cevabı: “Ruhunu güçlendirmek için Allah’tan sevinç yerine huzur dilemesi” (s.43).
Kulübenin inşa süreciyle birlikte Mimar’ı ara cümlelerde tanıyoruz. Eseri
okurken içimizde bir mimar yaşadığını hissediyoruz. Diğer taraftan Mimar ve hiç
unutamadığı ustası arasındaki ilişki. Usta
ve çırak ilişkisi. Marangozun ağaçlarla olan iletişimi dikkat çekiyor. Eserde
çok yönlü mesajlar var. Marangozun ağaçlara bakışı, onların dilini çözüşü,
sabırla bekleyişi ve bir ağaçtan olabilecek en güzel eseri nasıl var ettiği
görülüyor. “Öğretmen nasıl olmalıdır?”
diye sorulsa marangoz gibi diyebiliriz. Mimar, eski ustasını hiç unutmuyor.
Mimar’ın hayalini kurduğu kulübesine kavuşması da kolay değildi. Mimar, yeni bir hayatın peşinde ama bir
taraftan da hayatına giren insanları tanımak ve onlara güvenmek istiyor.
Romanın ilerleyen bölümlerinde bir kahraman daha çıkıyor: Avcı. Avcı, Mimar’ı
tedirgin ediyor. Böylece eserde gittikçe artan bir gizem başlıyor. Avcı da
giriyor bu hayata ve işler biraz daha karmaşık hâle geliyor. Eserin kurgusu,
Mimar’ın hayatının kurgusu, kulübenin inşası ve okurun iç dünyası, hepsi de
birbiri içine yerleşen matruşka gibi. Yazar, bu karmaşık yapıyı bir duvar örer
gibi örüyor ve kurgusunu sağlamlaştırıyor. Ormancı’ ya sığınan kadın da (Cemre)
varlığını göstermeye başlıyor ve heyecan artıyor. Avcı’nın Cemre’yi aradığını
öğrendiğimiz an neler olacağını düşünüyoruz ama hiç de öyle olmuyor. Yazar,
kurgusunu öylesine ince hatlarla örmüş ki zihinlerde hep bir acaba var. Öyle de
oluyor, sürekli bir iz sürüşü okuru yeni kurguların içine sürüklüyor. Avcı’nın
Cemre ile olan ilişkisi, Mimar, Ormancı ve karısı. Bir de küllenen hikâyelerin
kahramanları. Oduncu ve Belkıs’ın hazin hikâyesi.
Hümeyra
Yabar, “Bir Kulübe” nin kurgusunu
masallardan, efsanelerden, halk kültüründen, büyük aşk hikâyelerinden, Dede
Korkut’tan alarak adeta bir mozaik oluşturmuş. Bunu yaparken modern zamanın
içinden aktarıyor ama okuru geçmiş zamanın büyülü havasına davet ediyor. Şiirsel bir dilin hâkim olduğu romanda
hikmetli sözler, mistik bir yönelim, felsefi bir düşüncenin girdaplarında
aranan öz, hâsılı insanın kendi hikâyesini tamamlama ve kendisini inşa sürecini
okuyoruz. Bir Külübe, tür olarak
anlatımında ve kurgusundaki farklı ifade yolları ve içerikleriyle masal,
hikâye, efsane, biyografi, hatıra gibi birçok türü içinde barından bir
eser. Bir Kulübe, hem fantastik yönleriyle hem de bizi farklı düşsel
mekânlara götürmesi sebebiyle egzotik romanları andıran bir eser. İnsanın
hikâyesidir aslında bu. Her insanın bir ömür sürdüğü hikâye. Başa döneriz. Bu
eserde de insanın ortak hikâyesini okuyorsunuz.
Kalıcı değiliz dünyada. Mimar da ustasından dinlediği o unutulmaz nasihati
fırsat buldukça anımsıyor ve okurun zihnine kazıyor.
Mimar, ormanın ve Ormancı’nın misafiri idi. Bu
insanoğlunun hikâyesi değil midir? Şu dünya bir orman. Bizler de kendi
hayatımızın mimarıyız. Kalıcı değiliz, zamanı geldiğinde gideceğiz. Hayatın
dört temel unsuru da Bir Külübe’de
verilmiş. “Bir kulübe yükseliyordu Kültepe’de. Bir duvarı ateş, bir duvarı
rüzgâr, bir duvarı toprak, bir duvarı sudan. Yazgı taşlarını elden ele
uzatıyorlardı.” Romanın sonunda
Mimar ile verilen mesaj okurun zihnine bırakılan en büyük hakikat değil midir? “Gök gürültüsü ve yıldırımları göğüsleyecek
bir ağaçtan inşa et kulübeni, orada gönlünce yaşa ama bir gün vakti geldiğinde
onu arkanda bırakmaktan korkma. Dünyadan korkma. Korkma, nereye gidersen git
ağaçlar seni bekliyor olacak.”