Bir kültür değişimi
Değişim, içinde yaşadığımız post/modern zamanları karakterize etmektedir. Değişim, hem içeriği hem de hızı itibarıyla anlamak için arkasından zor yetiştiğimiz bir fenomen haline gelmiştir. Söz gelimi; Türkiye’nin 40-50 yıl öncesine bakıldığında bile, bu değişimlerin göreli olarak bugüne nispetle daha yavaş olduğu söylenebilir.
1980
sonrası Türkiye’nin yaşadığı dışa daha açık modernleşme politikaları ile
birlikte ivmesi giderek artan bir değişim yaşanmaya başlanmıştır. Bu minvalde
Türkiye’nin küresel ilişkiler ağı içerisine girmesi; dolayısıyla kendisi
açısından büyüyen bir dünya ile karşı karşıya kalması söz edilecek sebeplerden
birisidir. İkincisi ise, bilhassa teknolojik gelişmeler sayesinde ulaşılan
dijitalleşme gündelik hayatı değiştirme konusunda etkin aparatlar sağlamıştır.
Bu bağlamda artık değişim eşikleri zaman açısından kısalmıştır diyebiliriz. Söz
gelimi; artık değişimleri ölçmek için bir nesil çok uzun bir zaman dilimi
olmaktadır.
Fakat
esas üzerinde durmamız gereken şey; daha çok insanın dışarıdan kuşatan etmenler
olarak değişim aparatları değildir. Elbette bu değişim kendi doğal seyri
içerisinde devam etmektedir. Fakat toplum içinde bulunduğu koşullardan şikayet
ederken, olması gereken değişim gerçekleşememektedir. Bunun temel sebebi ise,
toplumun bizzat kendisini değiştirmesi gereken boyutlarda atıl kalmasıdır.
Bu
bağlamda toplumu iki boyutlu olarak görmek gerekir. Birinci boyut; o toplumda
yaşayan insanların içinde sorun halletme biçimini, meselelere yaklaşımını
belirleyen ilişkiler ağıdır. İkincisi de, bu ilişki biçimlerinin ortaya
çıkardığı her türlü sosyal kurum ve formlardır. İkincisi ilkine göre daha sabit
ve izlenebilir bir alanı tanımlamaktadır. Esasen her iki boyut birbirini
beslemekle birlikte, birinci boyut o toplumun stratejileri olarak arka plan
şeklinde işlediğinden belirleyiciliğin kuvvetli olduğunun altı çizilmelidir.
Toplum;
içinde siyaset, kültür, ekonomi vb. tüm boyutları ifade eden geniş ilişkiler
ağını tanımlamaktadır. Bu alanlarda şayet bir arka plan olarak “üretim”, “emek”
ve “adalet” işlemediği taktirde onların yerini “rant”, “üretimsizlik” ile
“belirsizlik” ve “öngörülemezlik” alacaktır. Zikredilen pozitif anahtar
kavramların bir ülkede ekonomi-politik olarak kültürel arka plan şeklinde
işlemesi gerekmektedir. Bir başka deyişle, örgün eğitim sürecinin en başından
itibaren ve bilhassa yaygın eğitimle de destekleyerek bu kültürün
belirleyiciliği sağlanmak zorundadır. Özellikle ailenin buradaki katkısının son
derece hayati olduğunu belirtmek lazımdır.
Dolayısıyla
eğitimde öğrenci, ancak emek ve üretim sarf ederek bu süreci tamamlayabileceği
bir kültürel arka planın belirleyiciliği ile yetişecektir. Dolayısıyla tüm ülke
sathında belirtilen kültürel arka plan işlediği durumda, hem toplum kendisini
kontrol edecek, hem de birbirine bağlı olan toplumsal ilişki, yapı ve kurumlar
yeni bir forma kavuşacaktır. Tabii ki bu değişimde devletin duruşu ve alacağı
kararların belirleyici olacağını da eklememiz gerekmektedir.
Burada
değişim daha çok görünen formlar üzerinden sağlanmaya çalışılmaktadır. Halbuki
bu formlar arka planda işleyen kültürelliğin bir sonucudur. Bu durumda
sebeplere değil sonuçlara odaklanılmaktadır. Bir toplumun kendi kaderini
değiştirebilmesi, sorunları daha da derinleştiren “zihinsel arka plan” ve onu
besleyen kültürü değiştirebilmesi ile mümkündür. Her seferinde
gerçekleştirilecek yüzeysel değişimler ise, sorunları ertelemekten başka bir
işlev görmeyecektir.
Dolayısıyla
değişimde toplumun gözünü dışarı çevirmekten başka, kendisine hem eleştirel
gözle bakması hem de “özne” konumunu takınarak kendisini değiştirmesi ilk adım
olarak belirtilebilir.