Bir Kitabı Oku(t)mak
Böyle bir başlığı içeriklendirirken farklı bileşenlerin kavşak noktasında bir hedefi gözetmekteyim. Ya da aslında dayanışma ve toplumsal vicdanın giderek zafiyet geçirmesinin gelecekte toplumda bırakacağı hasarlara dikkat çekmeye çalışmaktayım.
Önce
çok güncel bir mesele olarak bugünlerde tedavülde olan “eğitim müfredatı”na
değinelim. Son 40-50 yılda eğitimin uzunluğu ya da müfredat üzerine
odaklanmanın diğer boyutlar üzerine galip geldiğini görmekteyiz. Bu durum
eğitimin uzun vadeli toplumsal çıktıları üzerine tekrar eğilmemizin zaruretini ortaya
koymaktadır. Çünkü bireyselleşmenin bencilleşmeye doğru evrildiği, dayanışmanın
azaldığı, başarının sadece not ve meslek edinmeye endekslendiği, toplumsal
vicdanın bir rant kültürü altında ezildiği durumda eğitimin toplumsal
çıktılarında bir problemin olduğu görülmelidir.
Basit
bir örnekle toplu taşıma araçlarında büyüklere yer verme davranışlarının
azaldığı ve tersi örneklerin sıklaştığı bir durumda eğitimin işlevi nedir
sorusunun ciddi olarak sorulması elzemdir. Toplumda büyüklere saygı gibi basit bir
kuralın yerine getirilmediği durumda, o kadar kitap okumanın anlamı nedir? Daha
doğrusu kitap niçin okunur? Burada toplumsal vicdan nasıl işlemektedir?
Kimileri
bu tür zafiyetlerin müfredata “adap” dersi koymakla giderileceğini
düşünmektedir. Kesinlikle katılmadığım bu görüş insanların bu kuralları
öğrenmedikleri için yapmadıklarını varsaymaktadır. Halbuki bu farklı derslerin
kesişme noktasında öğretilen bir şeydir. Bu taktirde bilginin davranışa
dönüşememesinin temel sebebini, eğitimin etkinlik düzeyi ile toplumsal
hassasiyet ve vicdanda aramak gerekiyor. Çünkü toplumda işleyen enteresan bir
bananecilik hakim. Halbuki bir müddet sonra bu bananecilik herkesi bir şekilde
negatif olarak etkileyecektir.
Elbette
müfredatın hiç önemli olmadığını iddia etmiyorum. Ancak oraya gelmeden önce bir
şeylerin eksik kaldığını düşünüyorum. Temel sorun; özellikle modern zamanlarda
eğitime hakim olan evreni, insanı okuma biçimine tekabül eden paradigmadır. Bu
sorun ise bütün dünyada gözlemlenir bir durum olmuştur.
Burada
insanın aşkın bağlantılarını kaybederek her şeyin bir mekanizmaya, diplomaya ve
maddi başarıya indirgendiği manzara hakim olmaya başlamıştır. Bu ise “nasıl bir
insan” ve “Tanrı ile nasıl bir ilişki” sorularını açığa çıkararak insanın
boşlukta sallanmasını sonuçlamaktadır. Nihai varış noktası ise artık insanın
kendisini de tanıyamadığı bir yabancılaşma halidir.
Yine
bu sorunu halletmenin yolu olarak kimileri daha fazla dini bilgiye atıfta
bulunmaktadırlar. Fakat bunun neticesi bir metafizikleşmeye de varabilmektedir.
Tam da bu sebeple öncelikle insanın evrende işgal ettiği yer ve görevlerine
dair sağlam felsefi bir zeminin inşası gerekmektedir. Diğer yandan toplumsal,
siyasal, kültürel hayatın da bu anlayışla uyumluluğuna dikkat çekilmelidir.
Özellikle aile, sokak, çarşı, okul, iş hayatı vb.de işleyen kültür ve pratikler
bugün eğitim kurumlarındaki bilgiye baskındırlar. Diğer yandan insanın nihai
hedefi ve boyutu ile ilgilenmemektedirler. Böylece son derece pragmatik
davranışlar silsilesi belirleyici olabilmektedir.
O
zaman “bir kitap oku(t)manın anlamı” üzerine yeniden düşünmek gerekir. Bu kadar
çok yığınak yapılan şey hangi işlevi sağlayacaktır? Toplumsal vicdanın hareket
geçmesi için hangi unsurun dinamik işlemesi gerekmektedir? Herkesin bir şekilde
ihtiyaç duyacağı dayanışma ve toplumsal vicdan nasıl zafiyetlere sebep
olmaktadır?
Daha
önce bir yayınevinin şöyle bir mottosu vardı: “Bütün kitaplar tek bir kitabın
daha iyi anlaşılması için okunur.”