Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Bir Kitabı Oku(t)mak

Böyle bir başlığı içeriklendirirken farklı bileşenlerin kavşak noktasında bir hedefi gözetmekteyim. Ya da aslında dayanışma ve toplumsal vicdanın giderek zafiyet geçirmesinin gelecekte toplumda bırakacağı hasarlara dikkat çekmeye çalışmaktayım.

Önce çok güncel bir mesele olarak bugünlerde tedavülde olan “eğitim müfredatı”na değinelim. Son 40-50 yılda eğitimin uzunluğu ya da müfredat üzerine odaklanmanın diğer boyutlar üzerine galip geldiğini görmekteyiz. Bu durum eğitimin uzun vadeli toplumsal çıktıları üzerine tekrar eğilmemizin zaruretini ortaya koymaktadır. Çünkü bireyselleşmenin bencilleşmeye doğru evrildiği, dayanışmanın azaldığı, başarının sadece not ve meslek edinmeye endekslendiği, toplumsal vicdanın bir rant kültürü altında ezildiği durumda eğitimin toplumsal çıktılarında bir problemin olduğu görülmelidir.

Basit bir örnekle toplu taşıma araçlarında büyüklere yer verme davranışlarının azaldığı ve tersi örneklerin sıklaştığı bir durumda eğitimin işlevi nedir sorusunun ciddi olarak sorulması elzemdir. Toplumda büyüklere saygı gibi basit bir kuralın yerine getirilmediği durumda, o kadar kitap okumanın anlamı nedir? Daha doğrusu kitap niçin okunur? Burada toplumsal vicdan nasıl işlemektedir?

Kimileri bu tür zafiyetlerin müfredata “adap” dersi koymakla giderileceğini düşünmektedir. Kesinlikle katılmadığım bu görüş insanların bu kuralları öğrenmedikleri için yapmadıklarını varsaymaktadır. Halbuki bu farklı derslerin kesişme noktasında öğretilen bir şeydir. Bu taktirde bilginin davranışa dönüşememesinin temel sebebini, eğitimin etkinlik düzeyi ile toplumsal hassasiyet ve vicdanda aramak gerekiyor. Çünkü toplumda işleyen enteresan bir bananecilik hakim. Halbuki bir müddet sonra bu bananecilik herkesi bir şekilde negatif olarak etkileyecektir.

Elbette müfredatın hiç önemli olmadığını iddia etmiyorum. Ancak oraya gelmeden önce bir şeylerin eksik kaldığını düşünüyorum. Temel sorun; özellikle modern zamanlarda eğitime hakim olan evreni, insanı okuma biçimine tekabül eden paradigmadır. Bu sorun ise bütün dünyada gözlemlenir bir durum olmuştur.

Burada insanın aşkın bağlantılarını kaybederek her şeyin bir mekanizmaya, diplomaya ve maddi başarıya indirgendiği manzara hakim olmaya başlamıştır. Bu ise “nasıl bir insan” ve “Tanrı ile nasıl bir ilişki” sorularını açığa çıkararak insanın boşlukta sallanmasını sonuçlamaktadır. Nihai varış noktası ise artık insanın kendisini de tanıyamadığı bir yabancılaşma halidir.

Yine bu sorunu halletmenin yolu olarak kimileri daha fazla dini bilgiye atıfta bulunmaktadırlar. Fakat bunun neticesi bir metafizikleşmeye de varabilmektedir. Tam da bu sebeple öncelikle insanın evrende işgal ettiği yer ve görevlerine dair sağlam felsefi bir zeminin inşası gerekmektedir. Diğer yandan toplumsal, siyasal, kültürel hayatın da bu anlayışla uyumluluğuna dikkat çekilmelidir. Özellikle aile, sokak, çarşı, okul, iş hayatı vb.de işleyen kültür ve pratikler bugün eğitim kurumlarındaki bilgiye baskındırlar. Diğer yandan insanın nihai hedefi ve boyutu ile ilgilenmemektedirler. Böylece son derece pragmatik davranışlar silsilesi belirleyici olabilmektedir.

O zaman “bir kitap oku(t)manın anlamı” üzerine yeniden düşünmek gerekir. Bu kadar çok yığınak yapılan şey hangi işlevi sağlayacaktır? Toplumsal vicdanın hareket geçmesi için hangi unsurun dinamik işlemesi gerekmektedir? Herkesin bir şekilde ihtiyaç duyacağı dayanışma ve toplumsal vicdan nasıl zafiyetlere sebep olmaktadır?

Daha önce bir yayınevinin şöyle bir mottosu vardı: “Bütün kitaplar tek bir kitabın daha iyi anlaşılması için okunur.”