Bir kapital olarak din
Din, bir kapital yani bir sermaye olarak toplumlarda çok yönlü işlevler görüyor. Üstelik de din bitmek tükenmek bilmez bir sermayedir. Tarihte olduğu gibi günümüzde de bu sermaye, çok sorumsuz ve hovardaca harcanmaktadır. Bunun ortaya çıkardığı tehlike ise, insanların dine ve dini söylemlere giderek güvensizliklerinin artması; dinin paranteze alınarak bir hayatın imkanı olacağı söylemini kuvvetlendirmesidir.
Peki din üzerine niçin bu kadar çok konuşulmaktadır? Bir kere din üzerine konuşmak, her türlü getirisi çok yüksek olan bir faaliyet alanıdır. Bugün konuşanlara baktığınız zaman, bir o kadar ilahiyat alanında uzman olmayan insanların konuştuğunu görürsünüz. Halbuki ilahiyat üzerine konuşmak, önemli bir sorumluluk gerektirir. Zira insanların hayatlarında çok negatif sonuçlar üretebilirsiniz.
Din, önemli bir güç ve bitmek tükenmek bilmez bir sermayedir dedik. Dinin meşruiyet sağlayıcı gücü çok yüksektir. Zira bir konuda “Allah şöyle diyor”, “Peygamber böyle diyor” dediğinizde, zaten en yüksek otoritelerden bahsediyorsunuz demektir. Bu bağlamda yorumunuza aykırı bir şey söyleyeni rahatlıkla, “Allah’a karşı geliyor” diye etiketlemek mümkün hale gelir. Halbuki kişinin yorumunun bizzat Allah ya da Peygamber’in muradını yansıttığının garantisi nedir? İşte bu sebeple “din benim dediğim ve anladığım gibidir” türünden hakikat tekelcilikleri ve gruplar-kişiler arası kavgalar çetin bir şekilde toplumda izlenmektedir.
Bunun karşısında insanlar büyük oranda dini argümanların, ictihadların ve fetvaların kaynaklarından haberdar olmadıkları için, hele bir yere aidiyet hissetmişlerse çok rahatlıkla bağlanabilmekte; hatta grup liderlerine “bilgiyi direkt Allah ve Peygamber’den alan özel statülü ve ayrıcalıklı bir adam” olarak bakmakta ve kutsallık yüklemektedirler. Bu tür sorunların önemli bir kısmı da, dinin bir aldatmacaya dönmesine izin veren kitlelerden kaynaklanmaktadır.
Dini söylemlerle pirim yapmaya çalışanlar, aslında insanın bir boyutuna hitap ederek ya da tek boyutlu bir din inşa ederek bunu yapmaktadırlar. Bu boyutlar da, o söyleme inanan insanların anlıksal ihtiyaçlarını karşılayacak retorikler olarak devreye girmektedir. Bunlara birkaç örnek verelim. Meselâ; kimi dini anlatım ve söylemler salt duygu ya da heyecana hitap ederler. Bunun halkta karşılık bulma düzeyi yüksektir. Bilgi temelli inşa edilmediği ve anlıksal heyecanlara dayandığı için etkisi uçup gidicidir. Böyle bir anlayış, dinle ilgili sağlıklı ve kalıcı tartışmalar ve inşalara izin vermez.
Bir başka dini anlatım, İslam’ın tarihi ve müktesebatında var olan şaz rivayetler ve muhalefetleri toplayarak bir dini söylem ortaya koyar. Böylece farklı muhalefet tarzlarını kendi bünyesinde barındırır. Bunları söyleyerek “gerçek din budur” demek ister. Halbuki bu dini söylem her şey bir “hayır” çekmekten öte bir şey söylemez. Hele sağlıklı bir toplumsal tartışma ve inşa hiç yapmaz. Bir diğer anlatım da, mevcudu onaylamak adına ne varsa olumlar. Böylece geleneksel ve statükocu bir dini söylem karşımıza çıkar. Yine dinin tasavvufi, felsefi vb. boyutlarından herhangi birini tamamen reddeder.
Halbuki sağlıklı bir dini söylem, bunların hepsini dikkate alan, tek boyutlu ve perspektifli olarak hayat bakmayan bir anlayışla inşa olunur. Bunun temel sebeplerinden birisi, hakikatin gündelik hayatın farklı katmanlarında farklı şekillerde tecellisidir. İkincisi de, insanın çok boyutlu olması gerçeğine dayanır.