Bir iftardan çok fazlası
Doğrusu
sadece bildiğimiz türden bir iftar yemeği olsaydıbir köşe yazısının konusu olmayı
hakketmezdi lakin yaşananlar meseleyi bir iftar yemeğinden öteye taşımış ve
değerli kılmışsa bunu yazmamak hiç olmazdı.
Diyarbakır,
günlerdir Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi bahçesinde verilen iftarı
konuşuyor. Sohbetlerde yemeğin bol çeşit oluşundan, kalitesinden ve her akşam 2
bini aşkın öğrencinin o bahçede iftar açmasından bahsediliyordu. Fırsat
bulduğumda bir akşam bu iftar yemeğine gitmeyi düşünmüştüm ki İlahiyat
Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Musa Bağcı’dan iftar daveti aldım.
Geçtiğimiz
Pazartesi akşamı iftardan önce fakülte bahçesine vardık. Her fakülteden hatta
aralarında öğrenci olmayanların da bulunduğu yüzlerce gencin serin Diyarbekir
akşamında çimlere oturup ezanı beklediğini gördüm. Yemek almak için bekleyenlerin
de gençliğimize yaraşır, mübarek ayın maneviyatına yakışır şekildedavrandıklarını
mutlulukla izledim.
İftara
sadece ilahiyat fakültesi öğrencileri gelmiyordu, diğer fakültelerden de gelen
öğrenciler vardı. Oruç tutan tutmayan, başı açık-kapalı, dekolte ve çarşaflı
öğrenciler bir aradaydılar.
İftar
öncesi ezanı bekleyen öğrencilerle konuştum. Masaları ve yerde oturan 2 bini
aşkın öğrencinin duygularını öğrenmek istedim. Beni inanılmaz derecede mutlu
eden ve bu yazıyı yazmama vesile olan iki öğrencinin duygularını sizlerle
paylaşmak istedim. Siz de bir iftarı aşan bu buluşmanın neden bu kadar değerli
olduğunu öğrenmiş olun.
Ama önce haftanın
beş günü bu iftar yemeğini veren, bu iftarı finanse etmek suretiyle yemekte
yaşanan ve yaşanacak güzelliklerin, hasenatın sahibi vakıf için de bir şeyler
söylemek hakkaniyete uygun düşer.
Mehmet-Esra
Cansız Vakfı,
Diyarbekirli
hayırsever bir aile, öğrendiğim kadarıyla öğrencilere burs verme konusunda da
oldukça cömert bir vakıf. Mütevazı olmalarının yanısıra gösterişten
sakınmalarından dolayı bizzat tanışmadığım bu güzel yüreklere duacıyız.
Vakıf büyük
bir hassasiyetle bu iftar yemeğini veriyor. Öyle ki iftardan önce masaları
gezmek suretiyle yemeğin dağıtımındaki nezafete, yemeklerin bolluğuna,
temizliğine son derece hassasiyet göstermektedirler. Keza vakıf sahiplerinin riya
ve tekeşşüften kaçınmaları da ayrı bir güzellik.
Allah cc
dilerse olur!
İftardan
önce ağaçların altında oturan bir öğrenci grubunu selamladım. Hal hatır
sorduktan sonra duygularını sordum. Bir öğrenci söz aldı,
“Ben günler
önce burada iftar yemeği verildiğini öğrendiğimde sadece merakımı gidermek için
gelmiştim. Yoksa şimdiye kadar ne oruç tutmuşluğum vardı ne de dinibir inancım.
Geldiğim ilk iftarda İlahiyat Dekanı olduğunu sonradan öğrendiğim Musa Hoca ile
diğer Hocaların gençlere olan ilgileri dikkatimi çekti. Sonra yemek sırasını
bekleyenlerin karşılıklı tahammül ve saygıları beni şaşırttı. Yemeği anlatmama
gerek yok; çok temiz ve bol olan yemek öğrencilerin taktirini almıştı.
Aslında
olanlar iftar yemeği sonrasında oldu. Genç bir öğrenci iftar bittikten sonra
mikrofonu alıp dua etti. Yemek, bereket duasıymış. İşte bu duadan sonra ne
olduğunu bilmediğim bir hal sardı beni. İnanmadığım halde dua bittikten sonra
çok içten “amin” dediğimi arkadaşlarım bana sonradan söylediler. Doğrusu o güne
kadar ne dua etmişliğim var ne de amin demişliğim.
İftar
bitti, otobüslere binip kaldığımız yurda gitmek üzereydik. Arkadaşlara
yürüyeceğimi söyledim. Bendeki tuhaflığı fark ettikleri için beni yalnız
bırakmadılar. (Yanında bulunan iki arkadaşı göstererek) Bunlar da mecburen
benimle yürümek zorunda kaldılar. O akşam ağzımı açmadım. Erken uyumaya
çalıştıysam da uyuyamadım. Sabaha ortalık aydınlanınca içimden bir ses namaz
kılmam gerektiğini söyledi. Ne abdest bilirim ne namaz. Bilmediğim için elimi
ve yüzümü abdest amacıyla (niyetiyle demedi. A. Ay) yıkadım ve yatağımın
üstünde sadece alnımı yere koyarak namaz kıldım. Hiçbir şey okumadım,
söylemedim ama kendimce namazı bitirip yatağa uzanınca gerisini hatırlamıyorum.
Uyandığımda aklıma gelen ilk şey “Bismillah” oldu. Artık ben dünkü ben
değildim. Allah’a şükürler olsun namazı da Fatiha’yı da öğrendim. Beni üstelik
zorla Diyarbakır’a, Dicle Üniversitesi’ne gönderen sevgili anneme binlerce
teşekkür ediyorum.”
Müthiş
değil mi?
Diğer bir
öğrenci ise,
“Ben
Batı’dan geliyorum. Buraya gelmek benim için çok zordu. Bu yüzden 3 yıldır
hiçbir Diyarbakırlı ile arkadaşlığım olmamıştı. Ama bu iftar yemeği bana üçü
Diyarbakırlı, biri de Şırnaklı 4 Kürt kardeş kazandırdı. Şimdi bu ve daha nice
kardeşlerimden ayrı geçirdiğim 3 yılıma üzülüyorum.”
Evet, bu
iftar yemeği bir iftardan çok fazla bir etkinlik, bir hayırdır.
Tabi, bu
tür etkinlikler üniversitelerin yönetim kadrosunun desteği olmadan pek de
yürüme şansı bulamaz. Aynı iftarda Dicle Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof.
Dr. Ezeli Azarkan, Dicle Üniversitesi Genel Sekreteri Doç. Dr. Ali Karakaş
Hocalar da öğrencilerle birlikte iftar açtılar. Bizden birkaç gün önce
öğrencilerle iftarını açan Üniversite Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karakoç ve
yönetimi üniversiteye, bağlı fakültelere akademik hedefleri için her türlü
desteği vermelerinin yanısıra insan unsurunu, gençlik ve geleceklerini de
kendilerine dert edindiklerini görmek ayrı bir mutluluktur.
Sözün
özü:
Saygıdeğer
Musa Bağcı Hocam,
Bir tek
kişinin yaradılış gayesine uygun insan olmasına (mü’min) vesile olmak her
Müslümanın hayallerini, dualarını “davet ve tebliğ” olarak süsler. Siz
ve ekibiniz vakfın değerli yöneticileri ile bunu bir de bu vesileyle
başardınız. Allah sizlerden razı olsun.
Üstelik,
Milyarlarca
liralık servete sahip olanlar fuzuli işlere milyonlarca lira harcarken;
Doğulu-Batılı,
Türk-Kürt, inançlı-inançsız kardeşlerin birbirini tanıması, birbirine
yakınlaşması için kılını kıpırdatmazken,
Dicle
Üniversitesi ve İlahiyat Fakültesi’nin, yani sizlerin vakıfla birlikte bunu
başarmanız takdire ve duaya şayandır.