"Bir ibadet olarak sinema"
Tarkovsky’nin “Bir İbadet Olarak Sinema” adlı belgeselini bilir misiniz?
Tarkovsky
sinemayı tanrısal yolda bir araç olarak, bir dua olarak nitelendirir. Çok güzel
de olsa, çoklu sanatsal ifadelerle ekranlar dolusu dualar gibi olsa da sinemayı
bir araç değerinde tutmayı,
amaçlaştırmamayı hatırlatır.
Tarkovsky
ve eserleri hakkında sergilenen farklı görüşler var. Bunlardan biri
Tarkovsky’yi sinemanın piri olarak
nitelendiren, “yüceltmeci” denilebilecek abartılı bir görüş. Diğeri ise dengeli
denilebilecek tarzda bir Tarkovsky eleştirisi.
Şimdi
pek çoğunuz Tarkovsky’yi eleştirebilecek bir sinemacının, bırakın tanıştıklarını
henüz annesi ile babası doğmadı bile diyebilir. Aksine herkes ve her şey
eleştirilebilir. Sadece üslup güzel olmalıdır. Sakin, ses ve tansiyon
yükseltmeden düşünülen bütün olumsuzluklar tek tek iletilebilir. Karşılıkları
yine sessizce dinlenilebilir ve karma düşünce ile uzlaşıya ve yeni yollara
varılabilir. Böyle bir ortamda yüceltilip put gibi dikilen, tanrılaştırılan her
şey de bir rahatlayacak, bir kendi olabilecektir. Yanlış tapınmalar tapınanlar
kadar tapınılanları da yorar zira…
Böylesi
sorgulamacı bir yaşam üslubu geliştirilen toplumlarda sanat geleneğinin taze
ayıklanarak güncellenebileceğini, böylece sanatsal hayatın hem eskimeyeceğini,
hem daima yenileneceğini düşünürüm.
Hemen
her disiplin veya sanat yöneliminde başlangıçta alanın öne çıkan isimlerinin
büyük bir hayranlıkla karşılanması hatta gözde büyütülmesi cahil hallerimizin
genel eğilimidir. Bilgi arttıkça bakışlar daha olgunlaşır. Gözde büyütmenin
içinde kimi isimlerin sahiden de büyük işler yapmış olması, ölümsüz eserler
bırakmış olması gibi haklı gerekçeler var. Yani onlar zaten büyükler. Çoğu da
iyi bir hayat üretememiş olsa bile büyük işler, eserler ortaya koymuşlar. Fakat
ne olursa olsun gözde büyütmenin, abartının kendisinde; övgülerle bahsedilen
kişi veya eserin kıymetinin takdir edilememesi gibi bir gerçek te yatıyor. Aşırı
taktir hakkıyla anlamanın, anlatmanın da önüne set olabiliyor. Şöyle ki;
estetiğin ilkelerine göre denetleyici, değerlendirici akıl yerine denetimini
kaybetmiş ve teslim olmuş bir akıl sanatçıyı ve eserini sürdürülebilir sanat
geleneği takvimi açısından tam anlamıyla dondurmuş oluyor. Duyusal bilginin
yanına mantıksal bilgiyi, kalbin kanat hızından önce mantığın ayak izini
sürmeden yapılan bu değerlendirmeler bazen sonra gelenleri eksiltmiş oluyor. Eserin
kendisinden sonraki üretileceklere sıcak ve doğru etkisinin önüne geçilmiş olabiliyor.
Kimilerinin kimi yapıtlara karşı aklı tutuluyor, sağlıklı değerlendirmesi
tutuluyor, dili ve sanatı tutuluyor. Milat değerindeki sanat eserinin doğru
anlaşılması farkında olmadan engellenmiş oluyor. Doğru anlaşılmayan ve
abartılarla da yanına yaklaşılamayacağı sanılan eserin bırakın daha üstüne,
sağlıklı taklidine dahi yeltenilememiş oluyor.
“Yeltenme” kelimesini abartıyı seven ve bu
sevgisi yüzünden sanat hayatını, sinema hayatını eski eserler tapınağına
çeviren kafalara atfen söylüyorum. Çünkü övgü ve yüceltme ile bir sanatçıya ve
eserlerine takılıp tökezleyen insan kendi yeteneğini, sanatsal üretme
yetkinliğini de keşfedememiş oluyor. “Ben onun gibi yapamam!” reddiyesi o
insanı kişisel üretim cesaretinden ediyor. Onun gibi yapmamalıdır zaten.
Yapamayacaktır. Yapmasındır. Her hâlükârda özgün ve biricik olacak bir eserin
dünyaya gelme cesaretinden bihaber onu henüz taze bir hayalken öldürme cüreti
de takdir edilesi…
Ne
büyük sanatkarlar, sinemacılar, ne eserleri eleştiriden muaf olmamalıdır.
Eleştiri için de o alana az çok hakim olmanın dışında o eseri geçecek bir başka
eser ortaya koymuş olmak gibi bir şart da koşulmamalıdır. Ha bu yazı sanatçıya
ve eserlerine karşı bir rast geleliği ve gelişigüzelliği savunmak amaçlı
yazılmadı, bu arada. Sadece gereksiz abartının sanatın gelişimine, yeni, taze,
cesur üretimlere engel olabileceği üzerine yazıldı. Sağlıklı değerlendirmelerin
denge ile mümkün olabileceğine dair bir teklif mahiyetinde kaleme alındı.