Bir hakikat olarak bilim ve din
Son zamanlarda yaşanan sürecin de etkisiyle din ve bilim arasında rekabeti öne çıkaran söylemler ve konuşmalar yapılmaya başlandı; hatta kim kazanacak şeklinde özetlenebilecek bir yarışma ihdas edilmiş görüntüsü oluştu. Kimileri dine yığınak yapmak üzere bilimin verilerini sıfırlamaya çalışırken, bir kısmı da dine referansları sıfırlama eğilimine giriyor.
Bu durum yüzyıllardır devam eden, erken zamanlarda din-felsefe; birkaç yüzyıldır da din-bilim çatışmasının tipik yansımalarını bize göstermektedir. İlmi anlamda bir karar vermekten ziyade, taraf olduğu tribünden karşısını boşa çıkarma gibi bir teşebbüsten besleniyor.
İbn Rüşd din ile felsefenin aynı kaynaktan beslenen süt kardeş olduğunu söylerken, kanaatimizce isabetli bir görüşte bulunmuştur. Bugün ise aynı şeyi, din ve bilim arasındaki ilişki için de söylemek mümkündür. Fakat öncelikle şunu belirtmeliyiz ki, bunlar aralarında ilişki kurulması gereken alanlar olmakla birlikte faaliyet sahaları ve etkinlikleri aynı değildir. Şimdi sağlıklı bir ilişkiyi betimleyebilmek için her ikisinin doğasına bir bakmak gerekiyor. Çünkü bugünkü bakış açıları, bu ikisinin doğası ve tarihsel serüvenlerinden kaynaklanıyor.
Tanrı merkezli bir evren görüşünden insan merkezli (Humanist) bir evren görüşüne geçişle birlikte klasik ontoloji ve yanısıra epistemoloji de değişmiştir. Bilim burada epistemolojik yükümlülüğü tamamen üstlenmiştir. Bu bağlamda, insan ve evren nedir sorusundan başlayarak farklı bilim dalları içerisinde üretimlerde bulunmuştur.
Fakat insani bir etkinlik olarak bilimin bazı sınırları vardır. Birincisi, bilim fizik (tabiat) alemiyle sınırlı bir etkinliktir. İkincisi, insanın mevcut kapasitesi (ki akıl, duyular vb.) çerçevesinde yapılır. Bu bağlamda bilim, sonuçları itibarıyla asla mutlaklaştıralamayacak, ucu açık bir etkinliktir; bilim bir teoloji olmadığı gibi teolojinin işlevlerini yüklenmez.
Tarihsel süreçte problemlerden birisi tam da bu noktada tezahür etmiştir. İlk başta bilim teolojiden (din) kopmamışken, süreç içerisinde aşkınlıktan bir kopuş yaşanmıştır. Burada bir hatırlatma yapalım. Elbette bilim bir kesinlik elde etmek üzere metafizik spekülasyonlara girmez. Ancak aşkınlıktan ve metafizikten kopan bir bilimin bugün de hala devam eden iki problemi vardır.
Birincisi, eşya ile ilgili bilgi üretmekle birlikte, bu dünya, evren ve insana dair anlam problemi yaşamaktadır. Açıkçası bu anlamı aşkın ve metafizikle bağlantılı olarak dinden başkası veremez. Bugün modernite de burada tıkanmıştır. İkincisi, bilim fizik alemle sınırlı olduğundan ötesi ile ilgili bir şey söyleyemez. Söyleyememesi gayet doğaldır. Fakat tarihsel süreçte pozitivizm ve başka bir takım yöntemler, giremediği fizik ötesini spekülasyon sayıp inkar yolunu seçmişlerdir. Halbuki bir şeyi inkar etmekle yok olmaz. Çünkü, insan varoluşsal bir aşkınlık taşır. Bilim, tümüyle epistemolojik bir yükümlülük üstlenince, kendi sınırlı alanının dışına çıktığı da olmuştur.
Diğer yandan din de bilimin işlevlerini göremez. Maalesef bilimin işlev görmesi gereken alanları, din çok kolaylıkla soğurma eğilimine girebilmektedir. Bunu dindarların normalde bilimin üstlenmesi gereken yükümlülük alanlarına dini seferber etme tavırlarında izleyebiliyoruz. Bu, bütün bilimsel verilerin Kur’an’da olduğu ya da ondan çıkarılabileceği gibi tuhaf sonuçlar üretmiştir. Halbuki din, böyle bir epistemolojik yükümlülük üstlenmez.
İnsanın dünya ile sınırlı kapasitesinin her seferinde dünya ile arasında yarattığı boşluk, ancak varoluşsal konumu seferber edebilen dinle telafi edilebilir. İşte bundan dolayı, bilimsel tüm tedbirleri aldıktan sonra sıfırlayamadığınız riski, dinin ontolojik güvenliğinde ararsınız.