Bir hafta geride kaldı
Uluslararası meşru hukuktan kaynaklanan, Barış Pınarı Harekâtı başladı. Kahraman Mehmetçiklerimiz, tarihin seyrini değiştirecek bir destan yazıyor adeta. Millet olarak ne kadar gururlansak az… Canı pahasına hem terörle mücadele etmek, hem de masum sivillerin kılına zarar gelmemesi için gayret göstermek, ancak böyle güzide bir ordunun harcı olsa gerek… Bu vesileyle tüm gazilerimize Allah’tan şifa, Şehitlerimize ise rahmet diliyorum.
Belli ki hiçbir şey eskisi gibi olmayacak artık. Başta Türkiye olmak üzere, tüm bölge için bam başka kapılar aralanacağı kesin. Nitekim Akdeniz’e kadar uzanan bir terör koridorunun ve ileride ülkeleri bölerek, bunu hormonlu bir otonom yapıya dönüştürecek yarım asırlık planın ağır yara aldığı net. Öyle ki Cumhuriyetçi Senatör Graham’ın, “ABD’nin Suriye’den çekilmesi Yahudi devleti için kâbustur” sözleri, meseleyi özetlemeye yetecek türde…
Lakin yine de en büyük zararı, Avrupa ve kısmen Çin’in gördüğünü söylemek mümkün. Yüzyıl önce çizdikleri ORTADOĞU sınırlarının, ellerinden kayıp gitmesi öyle böyle bir şey de sayılmaz. Zira bu durum; coğrafyadaki Petrol ile Gaz’ın, Amerika ve Rusya’nın hâkimiyetine geçmesi demek oluyor kısaca. Tabi her zaman belirttiğimiz; “bölgede Türkiyesiz kimse bir şey yapamaz” realitesi uyarınca, Türkiye’yi yanlarına alarak, yeni bir denge kurmak istediklerini de buraya bir mıh gibi saplamak gerekiyor.
Kara propaganda
Yani karşımızda YPG, DEAŞ… vb. örgütler olsa da, harekattan maksimum zarar gören gücün Avrupa Birliği olduğunu anlayabiliyoruz. Kaldı ki “kuyruğuna basılmış kedi” misali feryat etmeleri, bunun en bariz şekilde ispatı. Hep bir ağızdan; “Türkiye’nin Kürtlerle savaştığını” söyleyenler mi dersiniz, “sivillerin katledildiğini” iddia edenler mi… Hatta hiç utanmadan, “Suriye’nin işgal edildiğini” bile ifade etmekten çekinmediler… Neticede Suriye’nin kuzeyini istila edenlere, milyonlarca insanı bil hassa da dört yüz elli bin Kürt’ü göçe zorlayanlara, halkı canlı kalkan olarak kullananlara, Nusaybin ve Akçakale’de sivilleri hedef alanlara tek kelime etmeyenlerden başka ne bekledir di ki?
Aslında uluslararası egemen vampirlerin, çıkarları adına kamuoyunu yanıltmaya yeltenmesi bizlere şaşırtıcı gelmemeli. Buna Irak’tan, Filistin’den, Mısır’dan, Venezuela’dan… çoğumuz şahidiz ne de olsa. O yüzen etkin bir kamu diplomasisi yürüten devletimiz ve gerçekleri anlık paylaşan medyamız takdire şayan bir mücadele veriyor. Gelgelelim adına cehalet mi dersiniz, körlük yahut eyyamcılık mı bilmiyorum ama emperyalist güçler ve terör örgütlerinin, bu durumu nasıl peyda ettiğini düşünmeden, içimizde bilmişlik taslayan güdümlü tiplere ise söylenecek bir söz bulamıyorum.
Ne yapsalar nafile
Bu noktada Türk kamuoyunda, çatlak oluşturmaktan öte bir hedeflerinin olamadığını vurgulamakta yarar var. Fakat ne yapsalar nafile… Çünkü Türk, Kürt, Arap, Zaza, Laz… Hepimiz et ve tırnak gibi birlikte Türki’yeyiz sonuçta… Belki farklı düşünebiliriz bazen… Ama Dedelerimiz Çanakkale’de nasıl yan yana yatıyorsa, bizlerde Vatanın müdafaası için omuz omuza vermekten asla çekinmeyiz. “Yaratılanı yaratandan ötürü sevmek” yazar kitabımızın başında. Yeri gelir bir masumun canı için onlarca can verir, yeri gelir milyonlarca mazlumla ekmeğini bölüşür, yeri gelir çocukların gözlerinden akan iki damla yaş oluruz. Vatan, Bayrak, Millet ve Devlet’tir bizi ayakta tutan değerler. Dini Mübin İslam’ı ise şiar edinmişiz. Kim bu mukaddesatımıza saldırırsa, bir Sütçü İmam, bir Nene Hatun, bir Ömer Halis olmasını da çok iyi biliriz.
Peki, ya içimizdeki malumlar… Bu duyguları yaşamayan, anlamayan ya da işine gelmediği için safa yatanlar, nasipsiz değil de nedir? Kahraman oğlunu şehit veren Gülseren Bebek annemizin, o onurlu, o asil duruşundan da mı bir şeyler kapmamışlardı yoksa. Oysa bu millet ne para, ne de pul hiçbir şey istememişti onlardan… Alengirli laflarla racon kesmek yerine; terör örgütünü lanetlemek, birlik ve beraberlikten bahsetmek bu kadar mı zordu Allah aşkına. Biliyor musunuz? Artık konuşsalar da faydası yok inanın gözümüzde. Gölge etmesinler başka ihsan istemez…